Kutlu olsun mu?
Yeni bir yılın arifesinde yazıyorum bu satırları. Geride bıraktığımız yılın anısını yâd etmek belki amacım, belki hatırlatmak yaşananları yahut yaşadıklarımızı. Gözlerimi kapatıp düşünüyorum iki bin on üçü. Dünyanın bilmem kaçıncı yılında, uygarlığın en üst düzeyde olması gereken çağda neler olduğu beliriyor derhal gözümün önünde. Hatırlayalım istiyorum, unutmayalım. Hoşça kalmasın 2013 keza hoş yaşanmadı çünkü.
Kronolojik mi yoksa içimi en çok acıtan olaylardan mı başlasam yazmaya bilemedim. Profesyonel olmam gerektiğini söyleyen yanım kronolojik yazmalısın derken vicdan muhakemesi yapıyor “insan” olan yanım. Baskın çıkan hangisi olacak bilmeden, yazacağım bu kez düşünmeden.
Her şey “Gezi” ile başladı. 27 Mart’ta kesilen ağaçlar belki de gerçekten sınırları aştı. Ardından haziran… “Haziran’da ölmek zor!” diyen şairi aradı gözlerim. Haziranın 1’inde Ankara’nın göbeği Kızılay’da başından vurularak öldü Ethem, Mehmet onu takip etti. 2 Haziran idi günlerden, bir taksi ezdi geçti onu Ümraniye’de. 3 Haziran… Abdullah Cömert, Antakya’daki direnişte tıpkı Ethem gibi polis kurşunuyla düşüyor yere. 5 Haziran’ı gösterirken takvim yaprakları Mustafa Sarı, Adana’da köprüden düşerek can veren polis oluyor. Nasıl düştüğü halen meçhul… Medeni Yıldırım, 28’inde Haziran’ın… Askerin silahından çıkan mermiyle, kalbinden vurularak…
Temmuz oluyor sonra. Sokakların tazyikli sulardan eksik olmadığı, TOMAların içine ne olduğu belirsiz(!) şeyler konulup insanların üzerine o şekilde salındığı bir yaz geçiriyor Türkiye. Birileri çıkıp “dış güçler” diyor, başka biri “bir avuç insan” diyor. Kimse fotoğrafın tamamını görmeye niyetli değilken Eskişehir’den o yürek yakan haber geliyor. Ali İsmail, biber gazından kaçarken sığındığı bir sokakta “eli sopalılarca” dövülüyor. Gittiği hastane “adli vaka tutanağı” diye diretince evine gidiyor, beyin kanamasından vefat ediyor. 19 yaşında!
“Elbet bildiği var bu çocukların, kolay değil bu yaşta ölmek.” diyeni arıyor gözlerim, “Güzel günler göreceğiz, güneşli günler!” diyeni. “Analar ağlamasın”dan “Ananı da al git”e nasıl gelindi, anlamaya çalışıyorum. Hangi ileri demokratik ülkede insanlar devlet tarafından bu denli ayrıştırılıyor, bilmiyorum. Nerede ölen birinin arkasından o şehrin valisi çıkıp “Arkadaşları yaptı.” dedi, inanın hatırlamıyorum(!).
“Yeşili en çok biz severiz” dediler. İnandık. Ama biliyorduk, sevdikleri yeşil bizim sevdiğimiz yeşil değildi, olmadı da hiç. Tonlar farklı, ruhlar farklıydı. “Yaşamak için yeşil” diyordu esasen herkes, kimisi nefes almayı düşünüyordu, kimisi hesabını bilmediği cüzdanının içindekini. Cüzdan dedim, dilim sürçtü; affola. Ayakkabısı olmadığı için eksi bilmem kaç derece soğukta terlikle okula giden çocukların olduğu ülkede ayakkabı kutusuna milyonlarca dolar sığdıranlar olduğu ispatlandı. Süreçten herkes haberdar, yazıp yeniden sinirlere dokunmak istemiyorum.
Evden ekmek almaya giden bir çocuk, henüz 14 yaşında. Söyler misiniz bana, bir babanın oğlunun gözaltına alındığını sosyal medyadan öğrenmesi mi daha acı yoksa aylardır hastane kapısında komadaki oğlunun durumunda en ufak bir değişim bekleyen babanın hali mi? Hadi be, uyan iki gözüm…
Ölümlerin çok olduğu bir yıl oldu 2013. Mehmet Ali Birand ile başladı, Toktamış Ateş, İsmet Kür, İsmet Hürmüzlü, Deprem Dede, Burhan Doğançay, Alev Sururi, Savaş Akova, Ferdi Özbeğen, Şenay Yüzbaşıoğlu yalnızca ocak ayının toprak ettiği isimler oldu. Osman Gidişoğlu, Tekin Akmansoy, Müslüm Gürses, Metin Serezli, Dinçer Çekmez, Yaşar Güner, Peride Celal, Selçuk Yula, Tuncel Kurtiz, Turgut Özakman, Tomris Oğuzalp, Savaş Ay, Nejat Uygur, Zafer Önen, Adnan Şenses… Benim hatırladıklarım. Çok şey götürdü bizden 2013, çok…
Ergenekon’a dokunasım var, hani şu “Dokunan yanar!” diye nara atılan davaya. Nihai kararlar verildi, idam kalkmamış olsaydı az önce saydığım isimlere onlarcası daha eklenecekti. Toprak sevinecek; biz üzülecektik. Hoş sevindik mi? Sevinebildik mi? Komutanlar, gazeteciler, yazarlar, vekiller. Ağırlaştırılmış müebbetler, yüzlerce seneler… Demir parmaklıklardan gökyüzünü görme hakkı bile elinden alındı insanların. Şimdilerde deniliyor ki, “Yargılamada hata yapmış olabiliriz.” Peki ya idam kalkmamış olsaydı? Toprak, aldıklarını vermiyor geri!
Yeter mi bu kadarı, “Yetmez ama evet”çilere?
Şimdi söyleyin, 2013 hoşça mı kalacak hatırlarda…
2014 kut’lu mu olacak?
Ve ben bu yazıyı “kızlı-erkekli” okunsun diye yazdım.