Neden inanıyorum? İnanmıyorum?
Her defasında bu basit soruyla irkilmem ve üzerinde ne kadar düşünürsem düşüneyim, içimde bir yerlerde cevabını biliyorsun aslın da iç sesiyle buluşmam. Bakir bir zihne sahip değilim. Önemsemediğim o kadar çok şey olmasına rağmen, önemsediklerimin daha çok olması kaygılı beceriksizliğimi ve ayıklamam gereken düşünsel saçmalıklarımı inanç ile ötelemem sonu gelmez devir daim içerinde ölümle bitmemesi gerekirken, ölümle bitmesi Tanrının bana hediyesi olabilir ancak ve ancak. Zamanın karşı konulamaz ilerleyişinde yeni davranışlar sergilemem, alışkın olmadığım adetleri kazanmam kendime olan şaşkınlığımı yüceltiyor. Yücelik sadece Tanrının şahsında şekillenen ona kulları tarafından itaat ve korkularının göstergesi olan, yalın ama içinde sonsuza kadar var olmak özlemi duyan insanın çaresizliğinin emaresi. İnsan çaresizliğin derin boğukluğunda çırpınırken ve belki de hiç ama hiç sonlu olmak gerçekliğini düşünmezken, inanmak ruhunun derinliğinde doğduğundan beri gelen sonsuzluk arzusunu diri tutuyor. Kendi döngüsünde benlikten habersizce akıp giden kâinata bir dik duruş sergileme cüretinde bulunan aciz kul insanın, sayıların sonsuzluğunu tasavvur edemediği hakikati yanında, kâinatın sonsuzluğunu da tasavvur edememesi ama yine de bir inat akıl ile aşacağı düşüncesi onu öyle bir yalnızlığın içine atmaktadır ki çıkabilmesi imkansızlaşmakta. İşte tam bura da yine o eşsiz aşkınlığıyla tanrı seslenmekte kullarına. Ben bu soruyu aradım. İçime arzu istencini karşı konulamaz şekilde, ben bilincin de olmadan yerleştiren tanrının aklının parçası orada dururken, benim sonsuzluğuyla övgüye nazar kâinatın hacmi karşısında değil dikkatte alınması bi-haber olunan hacmim içine bakmayı aklına getirdiğin de dönüşmeye çökmeye başladı… HER CÜMLE EVRENİN ESİRİDİR. SÖYLENSEDE, DÜŞÜNÜLSEDE.