”Mutsuzluk, duygusal bir durumdur. Özel bir nedenin sonucu olması gerekmez.”
Virginia Woolf
Yaz aylarını hiç sevmem. Kışın milletin içi kararırken ben yeniden doğmuş gibi olurum her defasında. Her insan mutlu olmayı, gülmeyi, gezmeyi, eğlenmeyi isterken ben en mutlu olmam gereken bir zamanda bile ne yapar eder bir sorun bulur, kendimce bir mutsuzluk yaratırım. Ve devamında da kabuğuma çekilirim. Yeryüzünde tam manasıyla beni anlayabilen bir canlı olduğunu düşünmüyorum. Gerçi ben yeryüzünde hiç kimsenin kimseyi tam olarak anlayabildiğini ve eş anlamında tamamlayabildiğini de düşünmüyorum. Bana kalırsa, Tekirdağ’da yaşayan Bay X’i, 33 yıllık eşi Bayan Y’den çok daha iyi anlayan, çok daha iyi tamamlayan Bayan Z, Katmandu’da yaşıyor. Ama ne yazık ki bu iki insan birbirlerini hiç göremeden ölecekler! O yüzden de Bay X, mecburen eşinin çok iyi bir eş olduğu savını inatla savunmaya devam edecek. Kahrolunası…
Ve dünya zorlu bir denklem ve bana göre insanlar çok nankör. Karanlığın sakinleştirici etkisine şükretmek yerine karanlıktan korkup şikâyet edecek kadar hem de. Lakin ben şükürcüyüm ve şükür ki aydınlıkta oturmaktan da hiç hazzetmiyorum. Yattığım odanın perdesi yirmi dört saat boyunca sürekli kapalı. İşten eve geldiğim zamanlarda mevsimlerden ilkbahar veya yaz ise hava geç karardığından, yatağıma uzandığımda saatin kaç olduğu hakkında en ufak bir fikir yürütemiyorum. Çünkü odam hep karanlık. Hafta sonları da durum hiç değişmiyor. Gündüz mü, gece mi hiç bilmiyorum. Tuhaftır, bu muamma senelerdir başımı döndürecek derecede hoşuma gider. Fakat bu hoşnutluk da çok uzun sürmez. Yatağıma uzanınca da mutlaka abuk sabuk bir konudan bir şeyler kurar, eninde sonunda canımı sıkmayı beceririm. Herkes gibi, kendimin en büyük düşmanı, benim.
An’ı yaşamak yerine, güzel rüyalar görünce uyanmaktan nefret ederim. Bir çocuk zırlaması, münasebetsiz bir komşumun kapıyı sert kapatması, kudurmuşçasına havlayan bir köpek sesinin evimin duvarlarını delip kulağıma ulaşması beni deli eder. Bana göre çok bile sayılabilecek şu ömrümde pek çok duyguyu bazen tadında, bazen de rezilce iliklerime kadar yaşadım. Her durumdan kendine vazife çıkartmaya kalkışan işgüzar tiplerden değilim. O tipleri de boğasım gelir ama şu kadarını söylemeliyim ki duruma uygun sözleri yerinde ve zamanında söylemesini, amiyane tabirle ”cuk oturtmasını” çok severim. Zaten bu durumda da, benden yüzyıllar öncesinde yaşamış kıymetli atalarımın sözleri koşar hep imdadıma. Yoluma ışık tutarlar. Yaşayıp deneyimlemek farklı bir şey. Fakat düşünüyorum da sevmek, sevilmek, sevilmemek, aldatılmak, acı çekmek, çalışkanlık, utangaçlık v.b. binlerce duyguyu daha yaşamış birisi olarak; içinde bulunduğum depresif, melankolik ve aşırı biçimde umutsuz ruh hâlime uygun bir darbımesel bulamıyorum. Düşünebiliyor musunuz? Koskoca dünyada, milyarlarca insanın gelip geçtiği ve inanılmaz güzel ve özlü sözlerle izler bıraktığı bu yerkürede, benim durumumla bağdaşan tek bir söz olmasın! İnanın, bu çok can yakıcı bir durum. Hayır, olduğunu bilsem zalimce kendime karşı kullanacağım ama, yok işte. İnsanın, geçmiş zamanlardan günümüze kadar varlığını sürdüren, kendisini anlatabilecek, durumuyla özdeş bir darbımeselinin bile olmaması başlı başına bir intihar sebebi. Bu yüzden artık sormayın bana ”Neden mutsuzsun?” diye. Öğrendiniz işte, haklı gerekçelerim var benim.