Küçük umutların, büyük hayallere dönüştüğü anlarda yeniden doğduğumu hissederdim. Her şey senden sonra yazılmaya başladı, bu yazı sende yazıldı, amiyane bir tabirle her kelimede sen saklısın bu yazılarda. Özne sensin, yüklem ben, nesne de yaşadıklarımız. Bir cümlede bambaşka bir hikâyemiz olacaktı. Ama bunun için yaşıyor olmam gerekiyordu ya da en azından öyle görünmek. Beklediğim anlık mucize, her şeyi değiştirebilirdi.
Dizilmesi gerekiyor.
Baştan başlamak gerekiyor bazen. Sayfayı çevirip hayata dair yeni bir şeyleri daha somut hale getirerek -yazarak- ele almak gerekiyor. Ne olacağını bilmeden, neyle karşılaşacağın belli değilken bir yerlerde yeniden var olabilme isteği. Daha kötü bir durum da olsa bazen ona doğru gitme arzusu. Yoksa istenilen sadece yer değiştirmek mi? Daha kötüye razı olup yer değiştirme hareketine benziyor daha çok.
Şehrin uğultusunda kaybolup sessizlikteki huzuru bulma çabasıydı hepsi. Sessizlikte ilerlemek daha büyük cesaret istiyor aslında. Gürültünün içinde yürüyerek daha kolay aslında, hataları örten sessizlik öyle değil mi? Her hatayı yakalıyor sessizlik. Her şeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Acımazsızdır sessizlik. Acıları saran acımasızlıktı…
Artık bir şeyleri hatırlayamıyorum net bir şekilde. Ya unutmak istediğim için ya da gerçekten unuttuğun içindi. Hatırlamama rağmen o şarkılar nasıl oluyor da onca şey hatırlarcasına gözümün önüne getirebiliyordu ki?
Mevsimsiz Sohbet’ten
https://twitter.com/arpaslanbudak