Düşünüyorum… Düşünüyorum… ve anlıyorum ki kişi önce kendini idrake mecbur. Aksi halde olmuyor. Aksi halde ne başkalarına anlatabiliyor kendini ne de onları anlayabiliyor.
Hayatı hep aynı pencereden izlemek artık miskince gelmeye başlıyor. Başka pencereler bulmalı diyor içimden bir ses, yoksa açmalı hatta arada bir kapıları açıp ardına kadar, manzaraya dahil olunmalı.
Yola çıkıyorum ve işe kendimi çözmeye çalışmakla başlıyorum. Neden uyuşamıyorum mesela, nedeni ne sürekli değişir olmamın. Neden kabul görülmüş, çoğul, katı gerçekler var iken ben sürekli esneyenleri seçiyorum. Ve en önemlisi bu halimden korkmalı mıyım?
Düşünüyorum… düşünüyorum… ve art arda sorular biriktirirken buluyorum kendimi. Neden tek renk olmak zorundayım ya da zorunda mıyım? Hayat; bütün renkleriyle, gecesiyle, gündüzüyle, bütün seçenekleriyle benim deği mi? Kendimi rengarenk bir bahçede özgür bırakılmış bir bal arısı gibi hissetmek istiyorum. Olmadı kelebek de olurum. Bu hakkım değil mi?
Neden iki şık var önümde? Neden saklıyorsunuz diğer şıkları benden? Neden tek bir tercih hakkım olmak zorunda? Aslen seçeneklerim bu kadar sınırsızken sen kırmızıyı sevip yeşilden nefret ediyorsun diye ben de ikisi arasında seçim yapmak zorunda mıyım? Neden!
Evet… Prensipler… Prensip sahibi olmanın dayanılmaz ağırlığı. Şık bir hayat duruşudur elbette… Kişinin kendine çektiği setler olmalıdır. Ancak prensip hamallığı yapmak kendini köleleştirmek dışında bir anlama sahip midir? Bilemiyorum.
Sürekli kendine “asla, kat’a yapılamazlar” listesi tutmak kişinin kendisini kafese koymasından başka nedir? Ben; onun giydiğini giymem, şunun bulunduğu mekanda bulunmam, onun gibi örtünmem, onu yapmam bunu etmem… Eee peki kaç metre kare kaldı nefes alacak?
Biliyorum.
Değişiyorum, değişmeliyim… Temel taşlarımı sağlam tuttukça bunun bir zararı olabilir mi? Sanmıyorum.
Biliyorum, belli bir tarza, belli bir düşünce biçimine bir kalıba saplanıp kalmak telaşa düşürüyor bünyemi. Sanki bir şeyler elimden kaçıyormuş gibi kadar çok düşünülmüş ve seçilmeyi bekleyen şey var ki, neden içlerinden birini seçip başka bir beynin hazırına konup hayatımı ona göre şekillendireyim? Bunun nesi mantıklı anlamıyorum.
Her düşünceyi kurcalayıp, kendi yapbozuma ait parçaları alıp, kendi tablomu oluşturmak daha sağlıklı değil mi? İnancımı ve inancımın gereklerini sağlam tuttuktan sonra üzerine inşa edeceğim binanın planı neden falancaya ait olsun. Ben örnekler arasından bir karma yapıp özgün bir yapı kurmak istiyorum belki. Mümkün değil mi?
Düşünüyorum…
Ve sürekli sorgularken buluyorum kendimi. Çünkü sürekli sorgulanıyorum. Artık cevap vermiyorum. Artık sorular soruyorum.
Benzemek zorundayım. Peki neye? Kaçınıza benzemeliyim. Kaç parçaya bölünmeliyim? Farklı olmak bu denli korkunç mu? Hepimiz bir farklılık oluştursak daha eğlenceli olmaz mı hayat oyunumuz.
Hayır! Hayır! Ben bukalemun değilim.
Hayır! Demek istediğim ortama uygun rengi alıp yapış yapış bir hayatı seçmek değil! Ben; gökkuşağı olmayı öneriyorum. Bulunduğumuz ortama bir renkte özünden katmalı insan diyorum. Kimsenin rengiyle karışmadan, kimseyi renklerine bulamaya çalışmadan. Cıvıl cıvıl yaşayalım diyorum.
Daha eğlenceli olacağına eminim. O zaman neden denemeyeyim?
Düşünüyorum…
Yola çıkıyorum…
Ve işe düğümlerimi çözmekle başlıyorum.