Fotoğraflar salonun içinde bir o yana bir bu yana uçuşup duruyorlardı. Ben de onlarla birlikte bir sağ bir sol derken yolunu şaşırmış bir avare gibiydim. Duvardaki tablodan, yemyeşil perdeden, yaprakları düşmüş sapsarı ayrılık dolu çiçeklerden kaçıyor gibilerdi. Küstüm Çiçeğine de lafları vardı uçup giderlerken. “Sen küstüm çiçeğiysen eğer biz de küstüm fotoğraflarıyız! Geçmişlerini merak edip anmıyorlar bizi bir köşeye atıyorlar diye sahiplerimize küsüyoruz ve ortalığı talan etmek niyetindeyiz” Sehpanın üstünde duran ve titreşiminden ortalığı inleten telefonlar bile fotoğrafların hışmına uğramamak için kaçışıyorlardı. Biberonum ağzımda uzandığım; piknikteyken sevgiyle gülümsediğim fotoğrafım ve müzik hayatıma adım atmayı inceden planladığım ayaklarım çıplak sevgi dolu orguma sığındığım fotoğrafım; çocukluk arkadaşım, ailem ve daha niceleri salonun içinde uçuşup duruyorlardı. Ben de yakalamak için koşuyordum. Sonunda annemin fotoğrafı konuştu ve:
“Hiç bakma bana öyle! Geçmişini yakalamak niyetindeysen eğer geleceğini güzelleştirmelisin. Bir yerden güzellik katmadan diğer yeri teskin edemezsin” dedi.
Org çaldığım fotoğrafıma denk geldim arkam dönüktü ayaklarım çıplaktı, yalnızca o anki heyecanım dile geldi. “Ne haber fıstık? Görüşmeyeli büyümüşsün. Org çalmaya devam…” dedi ve uçmaya devam etti. Akrabalarla toplanıp yer sofrasına kurulup atıştırdığımız küçücük ağzıma attığım ağzımdan büyük elma dile geldi. “Duydum ki artık beni yemiyormuşsun. Vitaminsiz kalacaksın deli!” deyip enseme şaplattı bir tane ve mutfağa doğru uçarak gitti.
Şaşkındım hangi birini tutacağımı kestiremeden deli gibi koşmaktaydım. Derken… Kuzenim, kuzenimin eşi ve ablamın olduğu fotoğraf selam verdi. Kuzenim org çalıyordu, herkes mutluydu.
“Akrabalık yalan mı oldu dedin? Ara sor öyle konuş güzelim…” dedi. Ses bir yerlerden gelmekteydi ama ne ablam ne kuzenimin eşi ne de kuzenimin sesi değildi.
Fotoğrafta açık olan pencereye yanaşan kuşların sesi miydi? Yoruldum hızlarına yetişemeyeceğimi anlayınca nefes nefese koltuğa oturdum. Tam o sırada üç yaşındayken en sevdiğim oyuncak bebeğim ve ablamla çektirmiş olduğum fotoğraf yanıma oturdu. Pastamız da vardı bir güzel…
Doğum günü fotoğrafımdı. Ona baktım bana baktı “Görüşmeyeli tam 20 yaş daha atlamışsın! Doğum günün kutlu olsun” dedi… Konuşan pastama baktım, dokundum ve gözlerimden bir damla yaş düştü. Islanınca “Yapma… Ağlamak yaraşmaz sana. Hem ne yaptın sen! Resmen ıslak keke döndüm” deyip gülümsedi diğer fotoğrafların yanında yer almadan pencereden uçup gitti…
Şaşırmıştım ve küçük bir fayton duruyordu televizyonun üstünde. Daha önce hiç fark etmediğim…
“O faytona binsem gitsem ama sığmam ki!” diye düşünürken papatyalara âşıkken çektirmiş olduğum papatyaların arasında gülücük saçtığım fotoğrafım kucağıma oturdu. “Ne haber? Baksana ben nasıl da gülüyorum. Seni suratsız seni! Derhal eski benliğine dön… Mühim olan ne yaşadığın değil ufaklık, sen hâlâ bensin. Mühim olan yaşadıklarında bile gülebilmektir tıpkı benim gibi…” dedi. Saçımda gelincik çiçeği, öyle de içten gülüyorum ki…
Uçan ve ortalığı talan eden fotoğrafların hepsi bir bir yere düşmüş pes etmişlerdi. Ayağa kalktım papatya kokan fotoğrafım da onların arasına katıldı, düştü. Eğildim, dokundum hepsine… Konuşmadıklarıma, saymadıklarıma bile…
Gözlerimdeki yaşlar hepsine karışınca gök gürledi birden… Bulutlar bizi ziyaret ettiler sanki.
“Affedin beni…” dedim. “Affetmemek ne haddimize? Yeter ki özünü unutma arada bir bile olsa ziyaret et bizi… Konuşurken bakarken gülerken bizim gibi ol, neysen o ol!” dediler.
Hepsini topladım yerden özenle, üstlerine basmamaya dikkat ederek. Albüme yerleştirecektim ki içlerinden biri bir önerisinin olduğunu söyledi. “Nedir?” deyince “Bizi kalbine yerleştir… Gelecek günlerinin hatırına ne kendini ne bizi yor… Geleceğinde de umutla bize bağlan, emin ol o zaman bizde nasılsan o şekilde olacaksın” dedi. Kabullenmekle kabullenmemek arasında gelgit yaşadım ve tam onu yırtacaktım ki küstüm çiçeği kendisini siper etti…
“Dur! Yırttığın her fotoğraf, geleceğini geçmişine küstürür ve geleceğinde mutlu olmak için kendine yer bulamazsın” dedi. “Sen de bunun için mi küsüyorsun? Dokunayım mı sana?” diyene kadar boynunu büktüğünü fark ettim. Küstürmenin lafı bile onu küstürmüştü.
Sonra aynaya baktım onları albümlerine yerleştirdikten birkaç dakika kadar sonra… Ayna çatladı. “Yaptığın iş mi? Bana kendimi göstermekten aciz misin?”
“Aciz olan ben değilim… Geçmişinle geleceğini karıştırıp, bugününe limon sıkan sensin. O vakit görme hüzünlü gözlerini çünkü ben mutluluğu ve güzelliği göstermeyi alışkanlık edindim” dedi.
Hatıralarımda yer edinmiş beslediğim kuşumun ötüşü geldi aklıma… Kafesinden çıkarmadan severdim onu, bir kez daha anladım ki sevmenin dili başka olunca mutluluğun düzeni de değişiyor.
Ben onu mahpushanesinde sevmiştim. Çıktığında yaşayamadı…
Öldüğü için ağlamıştım, içimdeki mahpusun damgasını yedirmişti bana. Kendi içimde kendime saklandığımı hatırlattığı için ağlamıştım aslında.
“Sen rahat ol… Gözlerimden yaşlar aksa da ben o fotoğraflardaki çocuğum aslında!”
Lapa lapa kar yağıyor yüreğime… Masumiyet yerine…
Gülsem şaşacaklar ağlasam bir ton bahane… İşin raconu bu güzelim eski müzik setimiz de buradaymış. Az çekmedin kahrımı, hoş geldin anılarıma hoş geldin…
Sığınsam yüzümdeki tebessüme anılarım hasetlerinden çatlamazlar.
Çatlarsa duvarlar çatlar. Gözyaşlarımın nemi ilham kaynağıydı onlara… Sırılsıklam olacaksınız su dökeceğim üstünüze yıkayacağım bir güzel sizi düşlerimle…
O vakit anlarsınız gözlerden yüreğe düşenin bereketi olduğu kadar acısı da vardır.
Ağlayanı seyretmek insafsızlıktır! Sevmiyorum artık sizi…
Bir kuş gibi özgür olmak niyetindeyim. Özgür olmasına fırsat vermeyip öldürdüğüm kuşum gibi…
Sonunda özgürlüğüne kavuştu ama ben ölerek değil; yaşayarak özgür olacağım.
Tıpkı yemyeşil bahçemin yeni açmış çiçekleri gibi…
Sözüm söz! Ağlamak kadar gülmek de baki…
Dilara AKSOY