Seninle ilk tanıştığımız yerde bir başkasıyla oturuyorsun şimdi. Onu seviyorsun, onu öpüyorsun, ona sarılıyorsun. Ona vadediyorsun dünyanın tüm güzelliklerini. Bense boş kağıt karşımda, belki beni anlarsın diye bir şeyler karalamaya çabalıyorum. Bu sefer poyraz yok. Dışarıda bir fırtına aldı başını gidiyor. Yağmur damlaları yere her düştüğünde içimden de bir şeyler kopup yok oluyor sanki. Hayallerimin nasıl gözümün önünde yitip gittiğini düşünüyorum.
Saat 03.13 . Kalemi bırakıyorum masaya. Birkaç dakika karaladığım sayfayı inceliyorum. Gözlerimi ovuşturarak kalkıp pencerenin kenarına gidiyorum. Yağmur daha da hızlanmış. Bardaktan boşanırcasına yağıyor. Sokak sessiz. Herkes uyuyor belli ki.
Bir plak koyuyorum. Şarkı başlıyor. Başlıyor başlamasına da çizikmiş plak. Kim bilir belki de yılların sevdalarından yorgundur. Tam nakarata girecekken kapıyı açıp dışarı çıkıyorum. Yorgun plakın sesi geliyor arkamdan hâlâ:
“Elbet Bir Gün Buluşacağız”
Bir an önce dışarı atıyorum kendimi, o iğrenç şarkıyı daha fazla duymak istemiyorum. Oysa sen yanımdayken ne çok severdim o şarkıyı.
“Elbet Bir Gün Buluşacağız” derdin hep bana. Her saniye ümitle beklerdim ben de seni. Ama buluşamadık.
Sokakta ilk adımımı atıyorum. Yağmur taneleri vücudumu ıslatıyor. Küçük bir çocuğun yüzündeki çekingen ifadeyle su birikintilerine basa basa ilerlemeye başlıyorum.
Şarkı git gide boğuluyor yağmur damlalarında.
…
Gözümü açtığımda ise ne plak var ortada, ne de yağmur.
Loş ışıkta önümde duran bomboş kağıda dalıp gidiyorum.