Sıkıldım. Dünya mı daralıyor büyüdükçe, yoksa dünyam mı daralıyor bilmiyorum. Öğrendikçe öğreniyorum, her şey tanıdıkça basitleşiyor, git gide tekdüzeleşiyor hayatım. Her gün, her gün güneş doğudan doğuyor ve tam batıdan batıyor. Ya sen, sıkılmadın mı ey güneş…
İç sıkıntısı idi hayatları başlatan ve karartan. Her insana aynı atadan üflenen ruh, nasılda şekilden şekle girdin. Birine dokunabilseydim keşke, birinin içine dokunabilseydim. Ruhunu avucuma alıp tırnaklarımı geçirseydim, kanar mıydı merak ediyorum. Akar mıydı onca günahın kiri damla damla, leke bırakır mıydı o zavallı ruhta her bir zerresi.
Ah Baudelaire! Büyüyor… Elem çiçeklerimiz de büyüyor bizimle, şu bize daralan semada, boy atıyorlar. Besleniyorlar kanımızla, canımızla, ruhumuzdan sızan günahlarımızı içiyorlar. Göklere değecekler, gözleri kör edecek gölgeleri ve başlarımıza yağacak birer birer seçimlerimizin kara taç yaprakları. Korku salacaklar marsık kalplere görünür göğün görünmez çiçekleri. Ve iç sıkıntısı kaplayacak bedenlerimizi, nasılda karardık değil mi?
Yüzlerin ardındaki yüzler, düşünceleriniz ve sizler, o gün geldiğinde kaçışınız nereye?
Gün, kalplerden kara yüzlere batıdan doğduğunda, ey sıkılmış, paslanmış,yazıklar layığı ruh, yaşlarını akıt. Dün önemi olmayan bugünü ve önceki günün yarını olan dünü düşün telaş içinde. Zamandı tek düşmanın, ah iç sıkıntın… Onun için yer yok artık, evet görüyorsun aciz, işte tarlan. Varıp ektiğin, biçtiğin ve biçildiğin ömrün. Kara bir çiçektir hasadın. Ne yaraşır bir hasat sana… Eğme boynunu semiz çiçeğin gibi, hangi sebepten dik yürüdüysen yeryüzünde sen aciz olan, şimdi kaldır kafanı ve gerçekliğine bak. Sonunda vardı ruhuna bahar, elem çiçeğine son bahar.