Dümdüzüm, bomboşum, derin bir hiçlik içinde yüzüyorum sanki kendi içimde.
Bir yıla yakın bir zamandır ne batıyorum ne çıkabiliyorum kendi içsel bataklığımda.
Çıkmak da istemiyorum, batmak da esasında.
Sadece zamanın akmasını istiyorum, bu saatin geçmesini, bu günün, bu haftanın.
Daha hızlı vakit geçsin diye çıkıyorum arkadaşlarımla dışarı, tadını almadan içiyorum kardeşimle Türk kahvesini, zorunda olduğum için bakıyorum kitaplara.
Çok eksiğim zannımca, çok fazlayım.
Derine insem korkuyorum hissedeceklerimden, bu korku ayakta tutuyor beni ve ellerim titriyor bu satırları yazarken.
Çünkü hissedememek, tat alamamak hayattan, umursamamak gibi ama değil de.
Günler sonra karar verdiğim yazma eylemim hayatımın en zor paragraflarına dönüşüyor belki de.
Çünkü konuşmak istiyorsun ama anlaşılmayacak olma düşüncesi, aynı hissetmeyecek olma ihtimali yoruyor beni daha kelimeler ağzımdan çıkamadan.
Sonra da diyorum ki neyi hissedecekler ki aynı?
Öldürecek bir gün beni tüm bu çelişkilerim, içimde var olan kişiliklerim.
Hangisiyim bilmiyorum ya da hangisi değilim.
Bilmek istediğim tek şey yalnız olmadığım.
Yoruldum artık yalnız olmaktan.
Hep gülmekten ama aslında öylece durmaktan.
Söyleyin bana, lütfen söyleyin, ‘Yalnız değilsin kızılgezegenli.’
deyin.