Gülüyor bize uzaklardan güneş, bu evi kirlettiğimiz her anın hatırına, ve gülüyor bize evren, bu sorumsuzluğumuz ve inançsızlığımızla dalga geçercesine…
Ne kadar bu dünyanın sahibi bilsekte kendimizi, yesekte koca kıtaları bir türlü doyuramadık nefsimizi. Sonucunda küstü bize dünya. Yani unutun barışı, temiz havayı, unutun ağlamayan çocukları ve insanlık için yapılan kahramanlıkları.
Hayal edin tüm dünyanın ateşler içinde yandığı, hiç kimsenin olmadığı günleri. Hayal edin tek bir hareketle insanların anında buharlaştığı ve güneşten daha yüksek bir sıcaklığa maruz kalarak radyasyon ile muhatap olduklarını.
İşte bunlar taşlar ve sopaların dünyaya hükmedeceği dönemin başlangıcı. Artık 2. devredeyiz, ve bu bölüm ilki ladar aydınlık değil. Bütün çağlar bir felaketle sona erdi. O dönemdeki canlılar altın çağlarını yaşadılar ve akabinde büyük bir felaketle yok oldular.
Peki ya biz?
Bir zamanlar insanların akıllarının ucundan geçmeyen teknolojiler artık günlük hayatımızın yüklemi haline geldi. İnsan sağlığı geliştirilen tedavilerle artık eskisi kadar tehlike de değil.
Yani?
Felaketten bahsediyorum okuyucu, insanın kendi katili olduğu bir dönemden bahsediyorum. Bir eliyle kendini iyileştirmeye, diğer eliyle öldürmeye çalıştığını anlatıyorum. Dünyanın gerçeklerine kapadığın kulaklarına hakikati fısıldıyorum. Hepimiz bir istatistik parçasıyız aslında. Bu dünya da yaşayan 7.3 milyar insanın bir parçasıyız. Ve bu parça sıfatının içinde yürütmek istemiyorsak hayatımızı, değişim yapmalıyız ve başkalarının ellerine bırakmamalıyız dünyamızı.
Karanlıkta marjinal olmalıyız okuyucu. Aykırı bir şekilde haykır, duyur dünyaya, duyarsa dünya, başardın artık.