Geç kalışlar..
Geç kalışları sevmeli.. Beklemeye/ düşünmeye/ görmeye fırsat geç kalışlar..
Telaşın ortasında bir nefes..
***
Okullara paydos herkese tatil.. Bana/bize değil. Herkesin kaosu terk edip dinginliğe dönmeye yola çıktığı bu günlerde biz bitmek bilmeyen sınavlardan birine daha giriyoruz..
“Eritrositleri yıkayıp da mı saklasak ışınlayıp da mı saklasak.. Gözyaşı hücresi neremizde ne zaman görülür -Ağladığımızda yanağımızda diyesim geliyor-.. 9 yaşındaki “olgu”nun dalağı ele geliyor hemogramı aşağıdaki gibiyse tanınız nedir..”
Bağırasım geliyor en yüksek sesimle “Yahu ‘insan’ bunun neresinde ?!”
“Yaşam, şimdi ancak kavranılması ve anlaşılması gereken; oysa yaşanması, gerçeğine inilmesi ilerideki yıllara atılan yabancı bir öğe gibi önümüze getirilmiş…Her an belirtilen bi öğretiye, bizler hep hazırlanıyoruz. Neye ?” Diyor cağnım kadın..Ne güzel diyor..
Neye ?
“Bu türlü yaşama”ya biraz ara.. Programdaki boşluklardan bi tatil topluyorum.. Bir de bavulumu..Yol zamanı..
Zamanın akışına bırakayım derken kendimi, yolların doluluğunu unutuyorum.. Otogara vardığımda en erken otobüsün bir buçuk saat sonra olduğunu öğreniyorum; yanımdaki adam 10dk sonraya bilet alınca “E bilet yok demiştiniz ?” Diye şaşırarak soruyorum görevliye. ” ‘Bayan’ yanı yok hanımefendi ” diyor sevgili bilet satıcısı. “Bayan”, “hanımefendi” “koltuk numarası:22”..sevgili “etiketlerim”, bavulum ve ben bi cafeye gidiyoruz beklemek için.. Bi çay bi kitap.. Akıp giden telaşlı insanlar, bavulları ve “yükleri” ile yola koyuluşlarını izliyorum “cümle araları”nda..
Tam da o anda bi cümle :” bir ‘an’ , zamanları, olayları, duyguları, dağları, kalın gövdeli, büyük dallı ağaçları, yeşil mavi Akdeniz’i, uzantısındaki okyanusları, okyanuslarla ufuklarda birleşen yıldızlı gökyüzünü ve dağların ardından yükselen güneşi aşan olaylarla dolu…. Kısacık anlarda çeşitli olayları, insan varoluşunun özünü, zamanı ve duyguları sınırsızlık içinde derinliğine düşünen insanlar çok mu ?” diye soruyor ben de cümlenin kendisine verdiği yanıt gibi “Bilmiyorum” diyorum.
“Ama insanlar çok..ne kadar çok..”
***
Zamanı kelimeler ve insanlarla doldurduktan sonra hesabı ödeyip kalkıyorum.
Zamanı doldururken mesanemi de doldurmuşum; işemek için 1lira veriyorum. Bokun ve sidiğin bile sermayesi var şu dünyada.. 1liraya aldığım çayı 1liraya “işiyorum”.. Çay bile “ödünç”..
Yola koyulduk.. “içeri”nin ışığından “dışarı”sı gözükmüyor.. Oysa ne severim yolu öylesine izlemeyi, ben dururken görüntülerin ardı ardına akmasını..
Hemencicik biten yolu şehir içi yolculuk izliyor. İçimi bi sıkıntı basıyor yerli yersiz.. Karanlıktan mı ? Dışarısını göremeyip nereye gittiğini bilememekten mi ? Deniz kenarından gitmektense şöforun duygusuz renksiz otobanı seçmesinden mi ? Neden? Öylesine birden.. Nalet sutyen de tam sıkıntının oturduğu yere sol mememin altıyla midemin birleştiği yere baskı yapıp artırıyor sıkıntıyı.. Sırtıma vuruyor ağrı, kusacak gibi oluyorum.. Çıkarıp atasım geliyor sutyeni.. “Memelerimi hapsetmek zorunda kalmayacağım bi dünya istiyorum arkadaş” diye haykırıyorum içimdeki çukura; yankılanıp göğsüme çarpıyor sedası.. Sonra yine nedensiz; kalkıveriyor sıkıntı göğsümdeki tahtından.
Yol da bitiyor, birazdan..
Kopçalarımdan kurtulup bedava işeyebileceğim evimde duraklamak üzere iniyorum otobüsten..
Gürültü, kömür kokusu, soğuk; bitiyor. “Bitiveriyor.”
-Şimdilik..