Ben, Özlem. Hani şu hasretin eşi, hasretin hasret kokmasını istemediğimiz anda bir kız ismiyle bahaneleri konuşturduğumuz Özlem. Artık konuşuyorum. Saat: 00.00. Seni özledim. Çocukluğuma dair bana öğrettiğin yasak elmaları dişlemedim, ısırmadım, elma da sevmem zaten. Bir çocuk vardı, bak o büyüdü de, yine karşına dikildi. Seni çok severdi, seni çok kıskanırdı, seni kimseyle paylaşamazdı. Ben özlem isem; sen kimsin?
Merhaba, sen ızdırap. Çocukluğumda, o küçücük hâlimde tanıştığım… Aşkın çocuksu ızdırabı… Seni gördüğümde, gözlerini gören yalnızca ben olayım isterdim. Sesini duyan ben, yanında oturan yine ben, yalnızca adım senin ağzında güzel dururdu. Bir daha söyle bana, ‘Hayır, işte şimdi yanıldın!’ Hatları karıştırdın, benim adım özlem değil, bu bir kamuflaj. Benim adım, çocukluk, benim adım geçmiş, benim adım hatıra… Saçlarındaki akları tek tek sayma imkânım olsaydı, papatya koparır gibi koparırdım onları. Sen bilmezsin lâkin; çocukluğumda ‘Seviyor sevmiyor’ fallarını en çok senin için tuttururdum. Seviyor çıkardı, bir heyecan, bir telâş, bir mutluluk gelirdi ki sorma… Sormazsın zaten.
Ey ızdırap! Ben çocukluğumun saflığındaki seni özledim. O çocukça aşkı özledim. Sen bana sarılınca gözlerimin içi gülerdi, biliyorum. ‘Kardeşim’ derdin bana, sen bana on numara büyük gelirdin. Kardeşin seni özledi, inan bana, kardeşin seni çok özledi. Aşkla mı dersen, içimdeki çocuk bende yaşadığı müddetçe içimdeki bu aşk da o çocuğun içinde kalacak. Ben, seni insanca, ben seni kardeşçe, ben seni özlemce, özlemin en deli türküsü içinde özledim. Uzaktan seyrettiğim hayatının halılarını serdim. Bu kış çetin geçecek belli ki, üşümeyeyim, üşütmeyeyim içimdeki çocuğu. Üşütmeyeyim seni.
Ben, kardeş… Ben, çocuksu duyguların ağırlığında ezilip, o yükü taşıyamayan âşık. Kardeşini al içeri, o çocuğu al, ben dışarıda sizi öylece izlesem de olur. Onu bırakma, onun sana ihtiyacı var. Bazen içimden taşıp, salonun içinde cirit atıyor, kapı çalsın istiyor, ya da dışarı çıksın ve seni görsün, ona sarıl, onunla dalaş, onunla oyna… Gidenler gibi çıkmıyor gelenler, gelenler hiç olmuyor. Üstat Arif Damar ‘Giden gitmiş, hüznü ayaklandırmak boşuna’ demiş, öyle değil mi? Hemfikir misin çocukluk aşkım? Gittim, hüznün saygıdan, nezaketten dahi olsa kalkmaz mı ayağa? Hiç yorulmasın, hiç sızlanmasın, bana gelsin, misafirperverliğimle terliğini veririm önüne, hatta ayakkabısıyla girse bile olur. Hüzünlenme elbette, lâkin; geçmişin saygısızlığına bir de bunu eklemeyelim. Giden gitmemiş, ben buradayım, işte… Hey, duyuyor musun beni? İnan ki buradayım, bedbahtım. İçimdeki çocuğu öldürmek istiyorum. Bazen elimden tutup, beni sana getirmeye kalkıyor.
Hiç olacak şey mi? Kapını çalsam, dilenci sayarsın. 10 kuruş çaresizliğimle döversin beni, beş parasız umutlarımı da riyakâr sayarsın. Sen beni affetmemeyi doğrun saymışsın, yanlışlarımla gelsem, açlıktan nefesim dahi koksa, bir tas çorbanı bağışlamazsın. Sen aklımda olunca, çorbalarla söyleşilerim artıyor. Hatırlar mısın? Bir gün, tam karşımdaydın sen, çorba içmekteydim, seni görünce çorbanın zulmüne uğrayıp, dilimi yakmıştım. Sesinde uyumak ümidiyle seninle konuşurken bir gün yine, bitki çayının zulmüne uğrayıp, dilimi yakmıştım. Ben buna zulüm derdim, sen tecrübelerinle ‘Heyecan’ derdin, aşk derdin.
Ben, yasemin çiçeği… Hatırlar mısın nasıl da güzel kokardı, senden sonra yasemin çiçeğiyle de küstük, burnumda tütüyor, lâkin kokusu esmiyor hiçbir yaz… Önünden geçerdim, elime alır, koklardım, yasemin sendin. Sen kokardı yasemin… Kokusu burnuma geldi şimdi. Yaseminliğini gönder üstüme, yasemin kokayım…
Geçmiş ceketini ilikledi. Gelecek, hizmetçi… Ayakkabısıyla girdiği için hüznün, kapı dışarı etti. Ben de onu kovdum. Kovulanlar, kovanların insaflarına denk gelselerdi, küslük ateşin ortasında cayır cayır yanardı, öyle değil mi?
Sen, çocukluk aşkım… En safı, en masumu, en tanınmışı, en umulmayanı, unutulmayanı… Ben, kardeşin. Manevi kardeşin olmayı becerebildim de, gerçek adımın aşk olduğunu kabullenemedin. Sana umuttan, sana güneşten, sana gerçekten bir aşk sunacaktım. Sen ile ben yolları ayrı ikiliyi oynarken, ben başka aşkların tapusunu devralmak isterken beş parasız, kiracılığını üstlendim hayatın.
Sevdin, sevebildin. Mutluluklarımı da diler, kapının önüne bıraktığım o şekeri senden geri isterim.
Birlikte yemiştik, olsun, seneler sonra bile olsa midenden çıkarırsın, öyle değil mi? Şakaydı, şaka.
Afiyet olsun. Şekerin altında kalmayıp, borcunu ödedin. Ben de kazığı yedim. Sen şeker, ben kazık…
Ben, özlem. İçimdeki çocuk şimdi kaçak… Sana geliyor, görürsen saçını başını yolup, o çocuk kalbinden seni çıkarır mısın?
Teşekkürler, ellerinden öperim. Aslında bunu kader söyledi, sana kıyağıymış, büyükmüşsün. Lafını dinlermiş. Kadere söyle, ben seni sevmek istemiyorum, artık lütfen gereğini yapsın. Arz ederim.
Dilara AKSOY