Aslında bir kelime olarak kurması hiç de zor değildi. oksijen bağımlısı bu bedenlerimizin belirli bir kısmına çarpan havanın çıkardığı sesler dizisi değimliydi bu gitmek yada kalmak kelimesi.
Evet dedim düşünsene ne kadar yakın aslında düğmelerle tutturulmuş bir gömlek yakası gibi bir dilden çıkan gitmek kelimesiyle kal kelimesi arasındaki mesafe. Bir yola çıktığında gitme niyetlisi olarak yaftalar yediğinde, herkesin bilmeden ya da bilerek senin her tarafına kendi düşüncelerini yapıştırmaya başladığı zamanlarda doğrumu yanlış mı yaptığım bu eylem demeye başladığın ve bir türlü kurtulamadığın, yakana suçlarını bulmak için yapışmış bir ajan gibi her an peşinde olan anılarınla zor iş gitmek . Buğulu bir gözün içine baktığında yüzden süzülüp yere düşen damlanın sadece bir su damlası olduğunu aklından geçirip formülize edilmiş bir madde sadece H2O ötesi yok dediğin anlarda gitmenin yada gidenin senin için bir önemi de yok . Durum her zaman böle olmaya bilir. Birbirini seven iki kalbin ayrılık zamanını buna misal olarak vermek mümkündür. Su damlasının kendi varlığının üstüne çıkarak başka anlamlara yüklendiği vakittir bu kesit.
Kalmak zorunluluktur bir yere kök salmanın seni oraya görünmez iplerle bağlamanın harflerle hayat bulmuş yanı. Yüzlerce eli olan bir canavar gibi önce kalbini sarmaya başlar sonra aklını olduğu yerde kalmak gittiğin zaman kaybedeceklerin hepsi bu canavarın bir uzvudur . iki tane korkusuz ve askerlerine güvenen komutanın savaşı gibi . Ben savaşlarım da her zaman gitmek tarafını tuttum gerek askeri yardım gerek yardım yataklık hepsini yaptım. Tarafsız olmam gerekirdi çünkü gitmenin kaybetmeye eşit olduğu aklıma yatkındı, bunun farkındaydım zararıma olacak bir galibiyet istedim beklide yada kalmanın mutsuzluğa eşit olabileceği ihtimali vardı. Bu ihtimalde, uyuduğumda sabah gözlerimi açıp açamayacağım bilinmezliği kadar basitti . ikinci seçenek benim için daha mutlu sonla bitebilirdi. Beklide bu seçeneği tercih etmediğim için bana daha cazip geliyordu. Dünyanın en zor sorusu işte burada tam kafamın içindeydi “hangisi doğru”. Şaşkınlık yaratıyordu beynimde bu gel gide ait dalgalar .
Bir başlangıç noktası bulmalıyım dedim ve de bir hedef. Bunlar düzenli bir hayatın kalmaya yüz tutmanın en temel iki yasasıydı . Her şeye yeni baştan başlamak çok yorucu ve zahmetli bir işti ayrıca çokta zordu. Başlangıçları değiştirmeye gerek yok dedim sonra nasılsa başlangıç ne olursa olsun devamını ben getirdiğim için çektiğim yere geliyordu . Hedef işte olay budur kafamdaki altın kelime bir hedef seçmeliyim ve ona yönelmeliyim bütün insanlığımla bütün umutlarımla içimde kalan tüm duygularımla. Sonra sonbaharda ağaç yapraklarının dökülmesi gibi sarı yaprak döküldü içime düşüncelerim değişti . Her ne yapsam boş olacaktı yüzlerce hedefe ulaşsam paralar biriktirsem zengin olsam ne anlamı vardı ki. Cebi delik bir adamdım sonuçta . benim cebimdeki bu delik zamandı. Her şeyi silip süpürüp gidecekti tertemiz yapacaktı mükemmel bir temizlik işlemiydi her şeyi silerdi, hijyenikti. Günü gelince benide silecekti.
Gitmek –kalmak dedim içimden ikisi de aynı kaçamadıktan sonra kafanın içindekilerden. Kanatları kanayana kadar uçup yere çakılan bir kuşun bulunduğu umutsuz durum gibi. Atmosferden asla çıkamayan kafes mahkumları. Güldüm kendime gerçekten yüzümde hiçbir tepki yokken kahkahalar attım. Sonra bir ayna bulup kendime baktım ve şu sözler çivi gibi çakıldı beynime, okumuştum bir yazardan günün birinde;
“Aradıkça dirisin
Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin
Aradın ve anladın”
Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin
Aradın ve anladın”
Ve aradıkça hep gitmeyi seçecektim…
Necdet ucuzova