‘’Sus,’’ diyor, kehribar gözlerindeki parlayan gözyaşlarını, yutkunup içine atarken. ‘’Gitmek, sana yakışmaz.’’
Kaldırıyorum gözlerimi çehresine. ‘’Adam, sana aşık. Gidemezsin.’’
‘’Gitmek,’’ diyorum, tebessüm ederken. ‘’Ya da kalmak… Sana bağlı, adam.’’ Kolları iki yanına düşerken, kafasını iki yana sallıyor. İnkâr ediyor; dönüşü olmayan limanlara demir atacak oluşumu . Gözlerindeki soğuk, katı ve emin ifade korkutuyor gözümü.
‘’Kadın, gitmeye çok meraklı. Bırakmak istemiyor, adam. Fakat… Kadın, gitmek için can atıyor. Sürüklüyor adamı, yangınların buz kesen rüzgârlarına. Ve… korkuyor adam. Sevgisinin yabana atılması yakıyor yüreğini. Kadının gidişi yaralıyor adamı. Adam, kalbinin kırılmasına dayanamıyor. Nefret ediyor. Fakat…korkuyor, sevgilinin gidişinden. Korkuyor, gidip de gelinmeyeceğinden.’’
Gözlerinden iki damla akıyor. Bakamıyorum yüzüne. Gitmiyorum, bekle, geleceğim; diyemiyorum.
‘’Adam, şunu bilmiyor ki; kadın geri gelmemek üzere gidiyor.’’ Yüzüme bakıyor. Nefret ederek inceliyor tüm uvuzlarımı. Susuyor, kısa bir an sürüyor. Kalbine koyuyor elini. Gösteriyor, yara aldığı organını.
‘’Kadın, adamın aşık olduğu kadın…Kalpsizmiş,’’ diyor. Yanaklarından akarken yaşlar, elleri kalbini işaret ediyor.
‘’Adam, kalbini ona vermişti. Düşünmüştü ki, kalbi ikisine de yeter. İkisini de ısıtır, ikisini de sevgisiyle yumuşatıp, aşk ile besler… Yanılmış adam. Çok sevmek yetmezmiş. Sevdiğinin sevgiyi bilmesi, asıl meseleymiş.’’
Utanıyorum, saklamaya çalışıyorum yüzümü.
‘’Lütfen,’’ diyor usulca. ‘’Kaldır başını, yüzüme bak. Kalbimi sana vermiştim. Fakat sen onu da çürüttün, kadın. Çürük bir kalp, yaşatır elbette.’’ Tebessüm ediyor.
‘’Yaşatır yaşatmasına da, ölümün kapıda olduğunu biliyor; adam, çürük kalbi ve yaralanmış ruhu.’’