bir mahkeme kapısındayım
sıramı bekliyorum.
içeriden çıkan her kişinin ardından
üzerime gölge düşüyor.
bu vakti bilirsiniz,
gölgelerin uzuvlarınızı tarif edemeyeceği vakitler.
takım elbisem yok,
kravatım yok,
iyi bir halim hiç olmamıştı.
belirli yıllarda pek çok şeyde teselli buldum;
şişelerde, omuzlarda ve duvarlarda.
şimdi hiç beklenmeyen bir şey var,
sadece teselli değil,
sadece oyalanmak değil,
kısa vadeli bir kaybolmak değil.
kötüye kaçan tüm yanlarımı kucaklayıp
karşı caddeye üşenmeden koyan birisi.
orta avrupa ve amerika’nın bugüne kadar keşfedemediği birisi,
keşfetse eğer tüm dünyayı doyuracak zenginlik mevcut.
başlı başına taşıdığı çok şey varken,
elleri de omzuma denk düşüyor.
bu vakti bilirsiniz;
sarmaşıkların bahçe duvarına boydan boya uzandığı vakitler.
iki dünya arası,
iki yaşam arası,
gidip geldikçe bitmeyen tüm yolları kısaltan bir duygu saklı,
ardına sığınılacak tek şey sensin artık.
geceyi de gündüzü de uyandıran,
yalnız gidilen yerlere artık bir çok şeyi taşıyan sen.
kimsesiz kalmak,
yirmi dokuz günü, üç gün yaşatıp,
iki saati, elli sekiz gün yaşatmak.
gün, ışığını pencereme vurmadan,
uyandır sırılsıklam rüyamdan.
gün, sensiz uyanmadan.