İnsanın aciz hali söyleyecek çok şeyi varken susması. En çaresiz, en imkansız çırpınışı sessizliğiyle dile getirmesi. İçinde fırtınalar, tufanlar, boranlar kopar; ama dilinde sükut hal bulur ya işte, işte o zaman bil ki pranga vurmuşlardır gönlüne. Gönlünden döküleni diline dökemeyince insan, eline döker… Döker içindeki berrak fakat kızgın suları; işler parmaklarıyla kağıttan gergefine…
O kadar çok şey vardı ki içimde… Dilime değil gönlüme dem vurduğum için; dökemedim sana içimi. Söyleyemedim neler sakladığımı. İyi değilim dediğinde içimin acısını, gözümden akan bir damla yaşımı anlatamadım sana. Öyle uzak, öyle yabancı, öyle umursamaz durmalıydım ki karşında… içinde bana olan olmayanlarını duymak istemedim tekrar. Sustum… Defalarca her öksürüşünde, her iç çekişinde sustum, susmalıydım ve ben hep suskundum…
O kadar aşina olduğun bir sese yabancıymış gibi davranmak da varmış kaderde, senin aşina olduğun yerden duymayınca seni… Aynı dili konuşurken, aynı duyguları paylaş(a)mayınca yabancılaşıyormuş inşa ya da öyle avutuyormuş kendini. Sonuçta iki dudaktan dökülen cümleler aynı olsa bile sesteş anlamlar ifade edebiliyor karşındakine… Sen seninle olduğu anların hayalini kurarsın onunla konuşurken ve bir anda büyüy bozulur; hezeyan olur duyguların, heyelan olur düşer gönlünün en derinine…
Öyle özleyeceğim ki seni… Getirisi olmayan bir özlemin götürüsü çok oldu bende. Zaten çok da bir şey beklememiştim senden başka. Varım da yokum da sen olduğundan; en büyük olandı gözlerinin içinin gülmesi… Ben seni diyerek söyledim cümlemin sonunu. Ben seni seviyorum derlen çok ciddiydim oysa ki. Hazırlıksız yakalandım dudaklarının beni sevmediğini söylerken, kulaklarımın şahit oluşuna… Bir filmde duymuştum ‘Masallar neden hep en mutlu yerinde biter? Prensen prensi bulur ve evlenir. Peki ya sonra?’
Sonrasını hiç bilmediğimiz bir masala adım atacakken düştüm ben. Düşlerimde beklediğim sen; düşürüverdin beni iki dudağının arasından. Düş oldun, düştün işte yanaklarımdan kalbime…
Yeniden kalemi elime aldıran güzellik… Bu satırlarımda da senden bahsettim işte. Güzel olan birçok şeyi yazmak isterdim; ama beni bilirsin kıskanırım ben seni Neşet baba misali…
Diye bitirirken adam yazısını; bir nefes daha çekti sigarasından. Karşısında utangaç bir tebessümle ona bakan fotoğrafa bir tebessümle iç geçirdi… Ve üfledi içindeki hasreti gecenin sonsuz boşluğuna…