Kitap okumayı da bıraktım. Sayfalar dolusu dertleri yazarken. Başkalarının iyikileri, keşkeleri, acıları dokunmasın istedim gözlerime. Benimkiler yetti de arttı bile.
Bu karanlık duvarların bir anahtarı yok ki; anahtarı bulup çıkayım… Labirentteyim. Peynirine ulaşmak adına yolunu bulamayan bir fareyim; kapana kısıldım…
İçten bir nefes alıp veriyorum, suni teneffüs yapıyor acılarım. Onlara geri dönüşüm, hayat öpücüklerine karşılık gibi geliyor.
Denizi, portre olabilecek ve gözlerime özel bir manzarayı kaçırıyorum hep hayattan. O da geri vermiyor bir daha. Kayıtlara geçen ise zaman aşımı…
Başladığımı bitiremiyorum. Gülüşümü, sevişimi, bekleyişimi, hayalimi; hepsi yarım, hepsi yeknesak, hepsi sadece yarınsızlığa yarımsızlık… Sabah nerede başlıyor, gece nerede önümde diz çöküyor? Zaten hepsi aynı. Eziliyor, kıyılıyor içim.
Çok şeker yedim acısını unutabilmek için kalbimin. Bunca şekere ilaveten bitterli kaldı hüzün misafirliğim; yüzde seksen beşlik kakaosuyla acılı koltukta hep ben oturdum. “Hoş geldiniz” diyen de öteki acılarım… Üç noktayı pişirmişler. Çorba niyetine vermek istediler. İstemedim, üstüme döküldü. Belirsizliğim bundan…
Başımın ağrısı da beni bıraktı. Fizyolojik acılar çekildiler bedenimden. Ruh sıkıntısı ile toplandıkları alandan beni ruhumun kayıplara geçen yanıyla tanıdılar, zaten o, onlara yetti.
Son sayfamdayım. ‘M’ harfinin italik öz güveniyle saldırıyorum; Benim’ olmayan yaz’a… Güneşin göz kırpışı bir başka insana yeşil ışık yakıyor sanılıyor. Israr etmiyorum. Acılanmayı da şu an bıraktım. Yani öyle sanılsın. Bağış kampanyası başlatıyor kalbim. Bütün eksik mutlulukları mutluluğu bilmeyenlere dağıttı; Ben de kendimden bağışladım, kendimi eksilttiğim tüm mutluluklara; hata üstüne hata…
Dilara AKSOY