Hayal Düşmanı..
Hani bazen hayal kurarsın da hayat yıkar ya; işte tam da o anda, ya yanlış hayaller kuruyorsundur ya da yanlış hayat yaşıyorsundur…
Bir zamanlar böyle bir not yazmıştım fakat bu notu biraz incelemek ihtiyacı duydum. Hocam şöyle demişti bir keresinde: “ İnsanı yaşatan sıkıntılarıdır. İnsanın sıkıntılarının bittiği gün artık yaşamasının bir anlamı kalmamış ve öldüğü gündür yani ölmesi lazım geldiği gündür. İnsan öylesi bir varlıktır ki her cepheden davulun derisinin gerildiği gibi gerilir.” Aslında bu söz başlı başına incelenmesi gereken bir sözdür çünkü içerisinde çok mesajlar barındırır lakin burada benim incelemem farklı bir alandır. Şöyle ki sıkıntı yaşayan bu insanın dahası davul derisi gibi gerilen bir insanın bir yerlerde sığınmış olarak hayat yaşamaya çalışan duygularıdır. Çünkü insan duygusal bir varlıktır. Salt maddeden yaratılmış bir şey değildir. İşte burada çamurdan sonra Allah’ın ruhumdan üfledim demesi devreye girmektedir. İnsan maddesel olarak yaratılmış ve öylece kalmayıp ona metafizik anlamda bir takım manevi özellikler yüklenmiştir. Bahsettiğimiz duygu alanı ise o özelliklerden sadece bir tanesidir.
Peki böylesine duygusal olan insanın acaba hayalleri nasıl değerlendirilmeli hangi tarafa konmalı ki ona hak ettiği değeri verilsin, adalet hayale de uygulanabilsin? Aksi takdirde hayal gücü olan insanın zikredilen özelliğine zulüm edilir ve o, yanlış alanlarda kullanılarak kendisine ve insanlığa zarar verici bir hale getirilir.
Hayaller insanın hayatında bir basamaktır. İnsan kendi zihninde tasarladığı hayali hedef olarak görür ve ona ulaşmaya çalışır. Bu çalışma ona azim, sabır verir ve bu yolda kendisi bir takım özellikler kazanır. Bu özelliklerin başında insana verilen azim yani çalışma ve ona ulaşma gayretidir. İnsan sürekli uğraşır, didinir ve o hayaline kavuşmaya çalışır bu yolda bir de sabır yetisini edinmiş olur zaten azim eden bir insan sabrın yarısını yerine getirmeye başlamıştır. Sabır, azmi de içine alan bir ilkedir. Azmetmeyen bir insanın sabır göstermesi sabrın sadece tahammül etme yönünü kullandığını gösterir. Yani insan, sabrı salt tahammül etme, diş sıkma olarak kabul ettiği zaman kendisini çelikleştirmeye, çelikten bir kalkan yapmaya çalışırken bulur. Halbuki şu açıktır ki savaşçının elinde kılıç, kalkandan daha değerlidir. Kılıç hem sahibini korur hem de gayret ve azimle karşı düşmanı yenme hedefini kendinde tutar. Lakin kalkanın ise sadece savaşçıyı koruduğunu görürüz. Gerçek anlamda sabreden bir insan kalkan olmaya değil de kılıç olmaya çalışması gerekmektedir ki sabır ilkesi görevini yerine getirsin ve sonucunu doğursun. Şurası açıktır ki ülkeler kalkanlarla değil kılıçlarla fetholunur ve kılıçlar kendinde kalkanı da barındırır. Hayal uğrunda insan azim ve sabır yetisini artık kazanmıştır. Bu kazançtan sonra çalışmanın sonuç doğurması gerekir yani hayal gerçekleşecek mi yoksa dürülüp bir kenara mı çekilecek?
Bu soru aslında hayalin amacından bir takım bilgi kırıntıları da barındırıyor. İnsan hayaline ulaşmaya çalışırken bu hayal onun hep önündeydi ve ona ulaşan bütün yolları aştı geriye sadece hayale kavuşmak kaldı. Aslında artık insan hayale kavuşsa da kavuşmasa da onun için bir şey fark etmez çünkü o alacağını almıştır. Hayal, görevini yerine getirmiştir lakin bunu bazen insanoğlu fark edemez ve sonucu elde etmeye diretir. Burada hayallerin yıkılması mevzusu devreye girmektedir. Hani insanın söyleyecek bir sözü kalmadığı, ağzının tadı kaçtığı, o anda herkesten uzaklaşıp hatta tüm hislerinden sıyrılıp öylece yalnız kalmak istemesi mevzusu. Evet hayal yıkıldı ve geriye koskoca bir göçük mü kaldı ? Hayır, geriye kalan koskoca bir göçükmüş gibi görünse de aslında o göçüğün altında pırıl pırıl parlayan bir hazine yatmaktadır. Bu hazine ise ümit hazinesidir. Bu hazinenin içinde daha nice özellikler vardır mesela azim, sabır, ümit, korku,elem lezzet ve daha niceleri. İnsan belki bir hayalini yitirmiştir ama birden fazla nitelikle donatılmıştır artık. Bu niteliklerle yeniden yola koyulursa yani yeni bir hayal kurup yeni mücadeleler verirse eskisinden daha bilgece savaşacaktır. Yüce yaratıcı böyle bir eğitim metoduyla insanı geliştirmek istemektedir. Ümit hazinesi, hayalleri çökmüş olan insanın enerji vericisidir. Bu enerjiyle yeni ufuklara yelken açacaktır. Yalnız bu dediklerim ümidini kaybetmeyen ümitvar olanlar içindir. Yoksa me’yus olanlar, ümidini kaybedenler zaten kendilerini bir çeşit ölümle cezalandırmışlardır. Onlar için hayat, sürekli hayal yıkıcı, insanın mutlu olmasını istemeyen bir şeydir. Lakin ümitvar olanlar için ise hayat insanı sürekli basamaklar sayesinde yükseğe çıkarmak isteyen merdivendir. Bu merdivenin basamakları ise hayallerdir. Hani şu hayatın sürekli yıkmak istediği hayaller…
Şayet hayallerin yıkılmadığını ve sürekli gerçekleştiğini düşünürsek, kendi tekamülünü idrak edememiş ve kurduğu hayalin neticesiyle ve gerçekleşmesi dolayısıyla kavuştukları ürünlerle oyalanan bir insan sürüsüyle karşılaşmamamız olur şey değildir. Bu insanlar daha merdivenin ilk basamağında kalmış ve bu şekilde hayatını tüketir vaziyettedirler. Şayet hayali yıkılan ve ümitvar olan guruba gelecek olursak bu gurup sürekli bir mücadele ve bu mücadelenin neticesinde ise ürün değil de bir takım nitelikler kazanmakta belki balık tutamamaktalar lakin balık avcılığında tecrübe kazanmaktalar bu tecrübeleri her başarısızlıklarında daha da artmaktadır.
İnsanoğlu kurupta gerçekleştiremediği hayallerden dolayı yanlış hayal kurduğunu yahut yanlış hayat yaşadığını çıkarmamalıdır. Bilakis tam doğru hayal ve hayat içerisinde yaşamaktadır. Bu hayaller ve yıkılışlar elbet ürün verecek, bu mücadeleler elbet sonuç doğuracaktır lakin insanı mutlu edecek sonucun salt bir şeye kavuşmak olduğu zannedilmemelidir. Belki de mutlu edecek sonuç sonuca kavuşamayış ve ulaşılamaz sonuca ulaşmaya çabalayıştır. Şurası unutulmamalıdır ki her ne kadar yarışma da en önde gidilse de varış çizgisine gelmeden bitiş ödülüne kavuşamayız. İsterse diğer yarışmacıların üstüne fazladan birkaç tur atmış olalım fark etmez. Önemli olan başarıyı elinde tutmak ve varış çizgisine ulaşmaktır. Yoksa en önde olduğu için yarışmayı bitiren ve ödülünü hemen isteyen bir insan sonuncu olarak dahi varışa varamaz. Çünkü yarışmanın kural koyucusu öyle kural koymuştur.
Bu hayatın yaratıcısı, kural koyucusu, yıkılan hayallerin üstüne basarak bir adım daha yükselmemizi istiyor ve bizim tekamülümüzü arzu ediyorsa biz bu kurala uymalıyız. Olur ki bir gün mücadele sonuç verir ve hayale kavuşursak kamil bir insan olarak kavuşmamızı istiyor olabilir. Aksi takdirde ilk girişimde sonucu elde edersek o sonuç bizim oyalanma sebebimiz olur ve en iyi ihtimalle tekamülümüzü yavaşlatabilir.
O halde yıkılan hayallerin bizi eğitiyor, geliştiriyor belki bir tek olan ürününü bizden kaçırıyor ama birden fazla vasıfla bizi donatıyor olduğunu unutmamalıyız…
İnsan hayal kurarken duyduğu haz ona kavuştuğundan sonra duyduğu hazdan daha az değil bilakis daha fazladır. İşte sırf bu gerçekten dolayı hayaller bizden kaçırılıyor ve gerçek olan hayale doğru sürüklüyor olabilir. Gerçek olan hayal dedim… Aslında gerçek olan hayal olamaz… Hayal de gerçek olamaz…
O halde yaşasın gerçekleşmeyen hayaller, bizi büyüten hayaller, bizi gerçeğe götüren hayaller, yükselirken kullandığımız basamak olan hayaller ve yaşasın kavuşulacak olan gerçek… Öyle zannediyorum bu gerçek gerçek olunca tekamül de gerçeğin gerçeği olarak devam edecek ta ki gerçek gerçeğe ulaşana dek…Gerçeğin gerçeğinde sükun bulana dek… Ya gerçek gerçeğe ulaşılamazsa?
Hayallerinde sürekli yıkım yaşayanlar buna alışıktır yani bu duruma karşı güçlüdürler ve bu ulaşılamazlık onlara doğal gelir. Ulaşana dek mücadele verir çünkü bilir ki mücadele kavuşmaktan evladır. Ulaşılmaza ulaşana dek, yani nakıs olan, nakıslıktan uzak olana ulaşana dek bu gayret bitmeyecek şayet bunu gerçek anlamda gerçekleştirmeyi başaramayacağını bilse dahi…