* Beni sakın umursama bebeğim, hep şüpheyle bak bana, asla emin olama benden. Hele ki, benim sana yazdıklarım gibi hiç ama hiç yazma bana. Besinsiz bırakma beni davranışlarımı alıp bana benzeyerek. Kelimeler uğruna seni kullandıkça posanı çıkartırcasına, gündüzün ve gecenin farkına varıp yaşamı hissedebiliyorum. Yasak elmanın tadına bakma arzusu gibi şeytani bir bencillik belki ama kötünün karşısında iyi bir yan da var içimde savaşmaktan asla geri durmayan. Seninse yapabileceğin hiçbir şey yok maalesef, iki taraftan birini beslemekten ve dengesizliğimin sürüp gitmesine izin vermekten başka. Sinirlenip, kaale aldığını düşündürme, değersizce gülüp geç ki arayışlarım bitmesin. Benimle beraber sürdür git bir var bir yok oluşlarımı. Yüzüme de vurma duygularını ki, beynimdeki düğümler hiç çözülmesin. Böylece ben de asla emin olmayayım senden. Üzülmen ise, sadece inanıp inanmama arasında kaybolmalarıma iyi gelir. Ancak idare edebilirsen bir yol var işte tatlım.
Nedenleri düşünme, sebep aramana gerek yok. Yüzleştim içimdeki karanlıktan, kaostan, acıdan beslenen, boka bakmaktan hoşlanan manyakla. Onun silahı benim. Maskesi benim. Kurbanı da benim.
Ortalarda olmadığını düşündüğüm bazı mutlu zamanlarımda seni isteyip, özlemle sana içimdeki yerini gösterme gayretlerimin çaresizce onun beslenme saatlerine dönüşmekten başka bir işe yaramadığını fark ettiğim an boğmak istiyorum kendimi. Ya da bir bıçakla boğazımı kesip ciğerlerimi delik deşik edesim geliyo. Ne var ki zayıfım ona karşı ve boyun eğiyorum. Ancak onunla anlaşıp onu kabullendiğimde yazabiliyorum ve elimde olan tek güzel şey bu şimdilik. Ona mecbur ve muhtaç durumdayım, çünkü o şizofren pislik, o kötü yan kullanıyor kalemi. Anladın mı? O daha savaşmadan zaten galip. Bağışla beni. Ben hastayım ve iyi olmayı istemiyorum galiba. İyi olmamak zorundayım belki de. Sana seni yazmak boyutunda bir düşkünlük, manyaklık bendeki. Ama asla seni onurlandırmak değil. Bugüne kadar onurlandırmak istediklerim, aslında benim için yapacak bir şeylerinin kalmadığını fark etmemi sağladı. Savaş meydanında dövüşecek gücü kalmamış, eli kılıç tutamayacak kadar yaşlanmış ve emekliye ayrılma zamanı gelmiş bir savaşçı gibi.
Yaşadığım tüm bu çatışmaların arasında sana yazabilmek için kurabildiğim sıradan günlük cümleler öyle iğrenç ve değersiz geliyor ki. Zaten ne zaman böyle bir şeye kalkışsam bir başka anlamsız ruh hallerine kapıldığım haberler alıyorum.
Bavulunu toplayıp yola çıkacağını öğrendiğim zaman mesela. Yanında olabilmek için deli olurken, sanki garip bir girdabın içinde kayboluyor gibiyim.
Hep söylenen, dilenen güzel temenniler gibi olsa hayat. Ama siktirboktan işte çoğu zaman. O lanet boktanlığın içinde insan sarılmak istiyor güzellikleri bulduğunda. Benim sarılmak istediğim de sensin. Kendi kendime yaşıyorum işte içimde bir şeyler ben de, beklentisiz, bazen umutla dolu bazen karamsar. Bu şekilde olan milyonlarcası gibi…
* Ne zaman terk ettim hissizlerle tıka basa dolu, kimsenin kimseyi görmediği kayıp ruhlar kentini? Peşindeyim, henüz yakalayamadım ruhumu. Hey, hangi ara kayboldum yine bi kadının ateşten saçlarında? Kahrol ruhum, dön artık bedenime pis serseri. Zaman daralıyor, geç kalmamalıyız yollarla buluşmaya. Nasıl yani? Yolları, yalnızlığı, sadece yolların verdiği o özgürlük hissini de mi feda edelim, dedin kızıl saçlıya. Geber lanet olası. Hayır desem de durduramam ya, yine kaybolacaksın anlaşılan. Biliyorum gidip sarılacaksın o kadına, eriyeceksin vücudunda. Ama yanacaksın budala. Hmm yan o zaman adi.
Off bitmez bu yollar böyle senin peşinde. Öldüreceksin beni piç kurusu, bir elime geçirirsem seni…
* Günleri gittikçe geriden yaşamaya başladım ve bu günlük yazma işi canımı sıkmaya başladı. Ne kadar devam edebilirim, bilmiyorum. Bugün pazartesi ve ben cumartesiyi yarım bırakıyorum. Pazarsa pazartesiye tecavüz ediyor. Hepsinin canı cehenneme ben seni istiyorum.
Zaten bana göre değil böyle her günün bitişini izlemek. Mevsim adamıyım ben oldum olası. Sonbahar biter geçmesi gereken kış boşluğu başlar ama en zor sonbahar biter. İlkbahar selam bile vermez çoğu zaman, hayalet gibi. Zaten hakkını da doldurdu, onlarca ilkbahara yetecek bir 4 Nisan vakası yaşatarak. Yaz, hemen hemen herkeste olduğu gibi, çoşkusunu aratmaktan ne zaman bittiği belli bile olmaz. Hepsi geçirilmesi gereken boşluklar benim için ve ben uzun zamandır böyleyim onlara karşı. En sevdiğim kış olmuştur hep. Doğduğum mevsim olduğundan mı yoksa üzerime giydiğim kat kat elbiseler, kalın bi palto, bere, atkı derken daha iyi saklanabildiği mi hissettirdiği için mi bilemiyorum.
Seni istiyorum sadece ve şu an sonbahardayız. Zaten kolay bi mevsimde olmazdı ya bu. En zor geçende ve tam olması gerektiği gibi. Zor geçtiği yetmez gibi bir de seni almış önüne pis pis sırıtıyor sanki.
Tüm oyalanmalar ve vaktin geçmesini sağlayan uğraşılardan nefret ediyorum. Hiç bir zaman yetmeyecek gibi geliyor bana daha da kötü ve bunalımlı zamanlar. Dibe doğru ne kadar batarsam hep daha kötüsünü, daha derinini merak edeceğim. Kıskandığım hep; düşmüşler, ayyaşlar, berduşlar, evsizler, bağımlılar, en kötü durumda olanlar olacak. En zoru ya da en kolayı ölüm mü? En derinde o mu var bilemiyorum ama ben ona ulaşmak üzereydim bir zamanlar ve intihar etmeyi hiç denememiş olmayı dilerdim şimdi. En yüksek seviyeye dokundum ve daha aşağısı basitlik gibi. Bir gün herkes gibi ölüp gideceğim ben de ve Kafka’nın dediği gibi “Ölümün olduğu bu dünyada hiç bir şey çok da ciddi değildir aslında.'”Bu olana kadar da tüm düşkünlükleri yaşama isteğim ve beni bundan kurtaracak olanı bulma çabalarım devam edecek. Seni ölesiye istemenin anlamını biliyorum bebeğim, dediğimde bana inan. Ve hiç benim olmamanı dileyecek kadar da bencilim kendime. Yüzüme asit yağdırmanı ya da kafama bir çivi çakmanı bile dilerdim. Ama hep daha kötüsünü dilediğimden beni görmezden gelmeni istemeye karar verdim.
Sen hayaller kadar güzelsin bana, bense hayaller için hastalıklı bir deli…
* Deliler gibi istediğin birinin seni istemesini dilemek. Allah’ım nasıl bir lanetli duygudur bu? Ve bu denli lanetli bir şey nasıl bu kadar inanılmaz zevkli olabilir? İstediğine ulaşınca tüm duyguların şişeden çıkan ve dileklerin bittikten sonra puff diye kaybolan cin gibi kaybolma ihtimali nasıl bir korkunçluktur? Yanacağını bile bile ateşe yürümek, yüzme bilmediğin halde okyanus özlemi çekmek gibi. Lütfen hep rüyamda kal, çünkü ben uyanmak istemiyorum. Korkuyorum. İnsan en çok neden korkar ki kendinden korktuğu kadar?
* Yazamıyorum bazen, hiçbir şey yapamıyorum, ilerleyemiyorum. Parçalara bölünmüş halde ve kuduz bir köpek hırçınlığında nereye, kime saldıracağını bilemeyen… Ama seni özlemeye gelince tam bir bütün olup tüm hücrelerimle tastamam bir bütün halinde özlüyorum seni. Kalabalıklara karışıyorum bazen, bir adım at üç adım dur. Suratların hiç biri görmek istediğim yüz değil. Bir an hiç çıkamamak, o kalabalığın içinde yok olmak istiyorum. Çaresiz, insanın iç boşlukları gibi kalabalıklarında çözüldüğü boşlukları var sokakların. İkisi üst üste gelince ne yapacağını şaşırıp hiç bir şey düşünmeden hızlı bir şekilde terk ediyorum sokakları. Ya içimdeki?
* Bugün ;
Kalem yok elimde
Deftere, kelimelere işkence etmeyeceğim, okuyana hiç
Bu aralar pek aram yok ama kendime de,
Çok düşünüp başımı ağrıtmayacağım, sadece seninle ilgili o azıcık olan anıları
Sevdiğim abur cuburları alıp, az sigara içeceğim
Az sonra da kıçımı kaldırıp dişlerimi fırçalayacağım
Az uyuyup zombi, çok uyuyup patates gibi değil,
Tam kıvamında uykumu alacağım,
Bugün ;
Haydi herkese benden kıyak deyip;
Seni her gün gören, sesini duyan edindiğin arkadaşlarından,
Kantinde çay sırası beklerken tesadüfen yanında duranlardan,
Her fırsatta seni görebilmek için bulunduğun yerlere gelip uzaktan uzaktan seni kesen çocuklardan,
Sen farkında değilsin, biliyorum ben var onlar, orada bi yerdeler
Fark ettiklerinden de,
Bu akşam, yarın ya da şu gün bi’ şeyler yapalım, bi’ yerlere gidelim diye sözleştiklerinden,
Ve gittiğiniz o yerlerden, seninle alakalı alakasız oradaki herkesten,
O kafe kahverengiden de,
Rastgele girdiğin mağazada seninle ilgilenen tezgahtardan,
Marketlerdeki, almış olduğun şeylere dokunan kasiyerlerden,
Hastaneye yatacaksın ya,
Doktorlardan, hemşirelerden, hasta bakıcılardan, temizlikçilerden, güvenlikçilerden, ziyaretçilerden ve o pis masajcılardan,
Gece uyurken hastanede, evinde,
En yakınında olabilen hastalardan, komşularından,
Ve unuttuğum, seninle aynı havayı soluyan, aynı yerleri gören herkesten,
Daha az nefret edeceğim,
Tamam ya yazık, yol üstünde simit satan o yaşlı amcadan daha da az,
Belki bir şartla haydi, komşularından en az,
Sen uyurken en yakınında hep, hep onlar olsun ne olur…
Annen de orada, ondan etmem lan zaten
Bi’ de kuşlardan ve kedilerden,
Ama merhabalaşırken yanağını uzattığın herkes ve içtiğin sigaradan fırt çekenler hariç,
Onları ‘bu gün’ bile kurtaramaz nefretimden…
Bugün ;
Camdan dışarı bakarken aşağıdan el ele geçenlere kıskançlıkla bakmayacağım,
Zile yanlış basanlara kızmayacağım,
Ulan şu eskiciler yok mu, tamam onlara da deli olmayacağım,
Hatta ne dediklerini anlamaya çalışıp, kolay gelsin diyeceğim lan,
Altımızdaki çay ocağını işleten alkolik moruğun bağırışlarına ve o kıl sesine tahammül edeceğim,
Ama kedimi fırçayla kovalıyor piç,
Bugün de yaparsa, bu seferlik küfür etmeden bağıracağım sadece,
Dövesim geliyor herifi yapamıyorum,
Acayip bi’ ilişki oluştu aramızda,
O benim huysuz, alkolik büyük babam,
Bense onun, şişesini yakaladığında küfür edip kıçıma tekmeyi bastığı torunu gibi,
Hele tam kediye kızıp söylenmeye başladığında camda beni görünce, alkol ve sigaradan iyice sertleşmiş sesiyle gülüşü yok mu, kıhg kıhg kıhg,
İçeri girip yatıyorum yerlere gülmekten,
İşte elimden geldiğince idare edeceğim moruğu,
Her geldiğinde bizim zile basan ve bunu yangın varmış gibi art arda yapan postacıya posta koymayacağım,
Okuduğum her kitaba lanet yağdırmayacağım,
Kendi yazdıklarımı boktan hissettirdikleri için,
Sonra bugün;
Sırt üstü yatıp gözleri tavana diktiğimde,
Seninle olabilmek için düşündüğüm tüm çarelerden farklı olabilecek yolları aramayacağım,
Bana karşı benim gibi hislerin var mı acaba diye medyumluğa soyunup zihnimi tıka basa doldurmayacağım,
Bir zamanlar hayatında olmuş olan eskilere döndüğünü,
Ya da yenisine yer vermiş olabileceğini düşünüp kıskançlık krizlerine girmeyeceğim,
Sonrasında da ne olursa olsun sikimde değil diye hiç sevmediğim trip olayını yapmayacağım kendi kendime çocuk gibi,
Ama çocuk gibi hissetmeye devam edeceğim,
O hisler lazım herkese,
Dediğim gibi,
Yanında olduğum o kısacık zamanları düşüneceğim bugün,
Ama hep keşke diyerek,
İlk görüştüğümüzde daha güzel sarılsaydım keşke,
Motosiklette arkanda otururken, biraz geri gitsene dediğinde gözlerimi kapayıp daha sıkı dolasaydım kollarımı keşke beline,
Oturduğumuzda heyecanlanıp gözlerimi kaçıracağıma tam karşına oturup deli gibi aralıksız baksaydım keşke gözlerine,
Eve bıraktığında vedaya sığınıp kısacık öpmek yerine, bile bile upuzun öpseydim keşke yanağından,
Ellerini tutmaya yeltenseydim keşke deri montunla karşımda otururken,
Beynim dilime hükmedebilseydi keşke,
Evine bıraktığım son gece, ayrılırken iki elimi de beline dolamasaydım da,
Biri belinde kalsaydı, diğeri saçlarında,
Yanağına eğildiğimde, bu kadar yaklaşmışken dudaklarını öpmeye cesaretim olsaydı keşke,
Karşıda iki kadın oturuyodu hatırlıyorum,
Onlara da teyzeler seviyorum sizi der geçerdim, hiç olmadı,
Bi’ tokatınla kendime gelirdim belki, ama yok; gülerdin, şapşal derdin, giderdin tahminimce,
Şimdi hangisi olurdu diye düşünmek yerine ikisinden birini yaşayıp da öpseydim dudaklarını keşke,
Dedim ya kısacık diye,
Bitiverdi işte,
Yine de bu gün,
Çoğu kez yitirsem de, bi’ kez daha umudu yeşerteceğim içimde,
Bütün olumsuz düşüncelerden azat edeceğim kendimi,
Unutacağım bir türlü sana ulaşamadığım gerçeğini,
Barikatların var bana karşı diye üzülsem de yakıp yıkacağım hepsini,
Belki herkes gibi arada bir aklına geldiğimi kabullenemeyeceğim,
O da ancak bi’ şeyler yazdığımda işte demeyeceğim,
Hep az kaldı, hep daha yakın diye sesleneceğim kulaklarıma,
Karşına geçip neden böyle sende kalakaldığımı anlatacağım günü hayal edeceğim, senin bilmediğin,
Tüm bunları bugün yapacağım,
Ama bu günün de değiştiremeyeceği gerçekleri her zamanki gibi kabullenip, istediğim yaşam için çabalamaya devam edeceğim,
Bugün de,
Her günkü gibi seni istiyor olacağım,
Ve bu günün pek bi’ özelliği olmayacak bu konuda,
Haa, bi’ de yattığımda karşımda, ekranda duran resmin bu güne özel olmayacak,
Ve son olarak,
Bugün,
”Sen iyi ki doğdun,
Ben iyi ki yaşıyorum…” (Aziz Nesin)
Ve iyi ki aynı topraklarda geçen çocukluğumuz var ayrı zamanlarda,
Aynı yerlere basmışlığımız,
Belki aynı yere elimizi değdirdiğimiz,
Belki de aynı yere düşen göz yaşlarımız,
Aynı yere doğru belki, dalıp giden gözlerimizin peşinde hayallerimiz,
Ve yine tekrar tekrar,
Sen,
Sen iyi ki doğdun…
* Kitaplarını okuduğum tüm yazarların yazılarını okurken kendimi bir dikizci gibi hissetmişimdir hep. Yazılar ilerledikçe soyunurlar, soyunurlar ve sonunda çırılçıplak kalırlar benim için. Vücut kıvrımları değil, o vücutta taşıdıkları duygular, bileklerinden kanlarını akıtır gibi o duyguları kağıda akıtırken bendenlerinin aldığı şekilleri umrumda olan. Yara izleriyle övünen savaşçıların izlerinden ararım ruhlarında. Gözle göremesem de bilirim içeride bir yerlerde o yaralar. Göremem ama okurum kiminin cümlelerinde, dinlerim, duyarım müzisyenlerin seslerinde, enstrümanlarında. Ressamların yeri hep ayrı olmuştur bu yüzden bende. Daha önemli veya daha önemsiz anlamında değil. Onlar canlandırılanı olduğu gibi görsele döktükleri için farklı bi’ yerdeler benim için. Eğer bir gün içimdeki duyguları tuvaline dökmüş bir ressamın resmini görürsem ömrüm boyu hizmetçisi olmayı teklif edebilirim.
Kimi naifçe kimi haykırarak, kimi yazarken şairane, kimi ağzına ne gelirse kağıtta gösterirler yara izlerini övünerek. Belki de utançla. Yine de insanın kendisiyle yüzleşmesinin en iyi ve en acımasız yolu yazmak diye düşünüyorum. Kendimle en çok, en iyi, en sık, acımasız ve gaddarca kavga edercesine yüzleştiğim an’lar hep yazdığım zamanlar. Hiç umursamıyorum, şah damarımı ellerimle koparıyorum gibi yüzüme vuruyorum yalanlarımı ve doğrularımı.
Ben de yaralarımı göstermeye çalışıyorum. Sahte veya gerçek, alçakça ya da masumca, kimi kabuk bağlamış kimi hala kanamakta olan. Hepsiyle gurur duyuyorum yine de. Hayatın bana verdiği kadarını aldım şimdiye kadar ne eksik ne fazla. Bazı imrenenler oldu bu yaralara, bazısı da gülüp geçti. Bense hep utanmadan, gururla sergileyenleri sevdim. Hep en kötü durumda olanları kıskandım. Anlatacak, yazacak ne kadar çok yaşanmışlıklara sahip oldukları için.
Yazacak bir şeyleri olmayanların yaşadıklarından şüphe ediyorum, olup da yazmayanların ise ruhlarından…