İnsanoğlu doğduğundan itibaren bir şeyleri hata yaparak, başka bir deyişle deneyimleyerek öğrenmiştir. Örneğin; bebekler yürümeyi düşe kalka öğrenir. Ya da bir öğrenci test çözmeden hatasının nerede olduğunu göremez. Öğrendikten sonra bu hatadan ders alır ve çabalar. Aslında hepimiz hayatının neredeyse her yerinde hata yaparız ve bunlardan sonuç çıkarırız. Peki ya bazı hatalar ruha zarar verebilir mi?
Bir genç hayatının filizlenme döneminde birisine âşık olur. Çocukken annesinden, babasından ya da çizgi filmlerde duyduğu o mutlu sonu hayal kurarak günlerini, aylarını, yıllarını geçirir. Toz pembe hayallerin kendini zehirlemesine izin verir. O genç ister ki; hayatının kendine özel olan odasını, yani kalbini ona, masallarda okuduğu sonu onunla yaşamak, sonsuza dek onunla mutlu olmak ister. Gerçeklikten uzaklaştığı her saniye, açan filizlerindeki zehirden bir haber şekilde sevdiği kişiyi kalbine alır. Öyle mutludur ki, sevdiğiyle birlikte masallardan masallara koşarlar. Zaman geçtikçe koştukları yollardaki taşlar artar, koşmayı bırak yürümeye halleri kalmamış halde yollarını ayırırlar.
Zehir filizlerini artık ele geçirmiştir. Onun yokluğunda solmaya başlar. Acıyı hisseder tüm hücrelerinde. Sanki birisi DNA’sına acı verici bir kod yazmış ya da bir bir virüs bulaşmış gibi çökmeye başlar tüm devreleri, sistemleri. Öyle ki yemek yemeyi bırakır hatta belki de yemekten ayrılamaz hale gelir. Dünyası kararır tıpkı umutlarının, hayallerinin karardığı gibi. İşte bu da hayatının en acı derslerinden birisi haline gelir. Hayatının merkezine başka birisini dahil etmenin, hayatının yıkılmasına mal olabileceğini öğrenmiştir.