O günü bu günden daha iyi hatırlıyorum, hep o anda yaşadığım için belki de. Hiçbir sebep olmadan aramıza onlarca muhabbet sığacak kadar uzakta oturduk birbirimizden, dokunamayacak kadar. Bir nefes uzaktı bana, neler sığdırdım ben o boşluğa haberi bile yoktur eminim. O an için günlük olaylardan söz ederek doldurduk. Alaycı gülümseyişi gözyaşı gibi yere dökülüyordu, sakince sigara içişini ve çok uzaklarda başka şeyleri arayan gözlerini seyrediyordum. Anlamsız sözcüklerin nereye doğru gittiğini hiç kimse bilmiyordu, anlamsızlaşan kelimeler onunla konuşuyor olmanın uzatmasıydı. Konu sürekli başka yerlere kayıyor, başka şeylere başka kişilere gidiyor, her şeye gidiyordu, benim ve onun dışında.
Gitmek, bir daha onda var olmamak üzere gitmek geliyor içimden. Gidişimi belli etmeden, onu bıraktığımı belli etmeden, gözyaşları üzerinde kayarak hızla uzaklaşmak istiyordum sadece. Ağlarken içimde oluşan denizde onu dalgalar arasında kaybetmek istiyordum. Diğer bir yandan da ona sarılmak ve sonsuza dek bırakmayacağımı söylemek istesem de, uzandığım yerden, çok öncelerden başka yaşanmışlıların olduğunu ve sarhoş edercesine içilen onlarca anttan sonra yine gözüm onu başkalarıyla görüyordu her seferinde. Her şeyi bir yana itip o olmaz denilen ufak mucizeyi bekliyordum çaresizliğe batmış şekilde. Bunun mümkün olduğunu düşünüyordum, ama hiçbir şey yapmıyordu.