…
İnsanlar, birer birer doluşuyor. sıkış tepiş, otobüs. Çoğu ayakta, sanki bilerek azaltmışlar koltukları. Daha çok ötsün diye o renkli para makinası. Kimi suratını yere eğmiş, bir şeyler arıyor, tesadüfen rastlaşıyor baktıkları noktalar. Kimi oralı değil, kiminin gözleri göğe bakmıyor, zaten yıldızlar da bu sarı lambalardan görülmüyor. Ne zamandır buradayım bilmiyorum…
Sürekli hareket halinde, durduğu duraklarda, lambalarda bile. Tutunmak epey zor, cama. Oysa cam kapalı. Kim kapattı, hangi güdüsüyle belirsiz bu sıcakta. Yine de cam kenarı gitmek fena değil bu akşamüzeri. Hiç birinden ses çıkmıyor ağızların, ama hepsine bedel bir motor gürültüsü var içeride. Halbuki konuşuyorum ben de bu gürültüde işitilmiyor.
Yaklaşık üç-dört durak önce binen bir çocukla arada sırada göz göze geliyoruz. Çocuk beni gördüğüne tedirgin, ama gülüyor yine de, pek seviniyorum, bu kalabalık içinde beni gören en az bir çift göz var diye. Sonra, çocuk, yalnız bana bakmıyor, otobüste kimse ilgilenmediğinden rahat rahat gezdiriyor gözlerini suratlarında. Ben de dışarı bakıyorum, cam kenarı gitmek fena değil bu yüzden.
Acaba ne zaman çıkacağım buradan. Aslında hayatımda ilk defa bu kadar çok insanla bir aradayım. Üstelik ilk defa bu kadar yakın. Çocuğun ifadesindeki gibiyse diğerlerinin de içi, pek de kötü sayılmazlar. Hem göz göze gelmekten bu kadar çekindiklerine göre çok da saygılı olmalılar. Birbirlerine kazara bir frende değdiklerinde derhal özür dileyişlerinden belli. Evet, evet, bu insanlar sahiden iyi olmalı. Tıpkı o çocuk gibi. Belki, gülümsemek için bir engelleri vardır diğerlerinin. Ah, şanslı şey… Yine baktı…
Ayağa kalktı, sanırım şimdi inecek. Arka kapıya gidiyor, evet, şimdi indi durakta. Aynı anda, ön kapıdan gelen kızcağıza bakar mısınız, ne kadar da güzel. Cam kenarındayım, dışarı değil, güzel insanlara bakıyorum artık, oturmuşum usul usul. Gözlerim kızda. Otobüs biraz önceki kadar dolu değil artık, kız benim olduğum yere doğru rahatça gelebiliyor. Dibimdeki koltuk boş, keşke oraya otursa. Ah, yoksa sahiden… Evet, geliyor, ne kadar da güzel… Daha yakından göreceğim için öyle sevinçliyim ki. Az önceki çocuk gibi bakar mı o da bana tebessümle, umarım bakar. Dışarı da çıkamadığıma göre, tek derdim yanıma oturan bu güzel kızcağız artık. Keyfim de yerinde.
Otobüs virajları sert dönüyor. Bir yere yetişecek gibi bir hâli var. Tutunmak epey zor, cama. Virajlarda daha zor. Şimdiyse, mümkünsüz. Bir an afallayıp düşüveriyorum kızcağızın omzuna. Kız derhal eliyle itiyor beni omzundan, dokunduğunda titriyor eli. Beni gördüğünde çığlık çığlığa. Koşuyor etraftaki yolcular, başıma üşüşüyorlar. Bir müzakere edip aralarında idamıma karar veriyorlar, yahut ben öyle anlıyorum. Bunları hiç böyle organize görmemiştim. Biri kızı alıyor öte tarafa, biri camı açıyor, oh sonunda… Birinin elinde bir dergi… Onu ne yapacak?! Yoksa!!.
……………………………………………
………………………………
…
Neredeyim şimdi. Şu gelen kırıntılar da neyin nesi?.. Asfalt bu, altımdaki. Ah, sanırım yaşıyorum. Öyleyse neden görmekten ve düşünmekten başka bir şey yapamıyorum. Kanatlarım?.. Yerden kalkmak, istiyorum, istemeyi istiyorum, düşünmeyi, kırıntılar, asfalt altım, gelen sesleri, kim o gelen, kim, ışıklar, karan, lambası, yok, sanki, hehheh, epey, olsun, biri üzerimden geçsin ne olur, ah, … kanatsız, bir haşere gibi, , bu, oysa, camı açsalardı, güzel kız, açsaydı, camı, tutunmak epey zordu, virajlarda, şoför zordu, çok zaman, bu sesler, ah şu göğe bakar mısınız, şölen yapıyorlar, insanlar mı, oysa eğlenmiyorlardı, çocuktan başka, şu acı olmasa, keyfini, çıkarmaktan bahsedebilirdim gördüğüm şeylerin, acı, acıya rağmen, görüyorum yine de, iyi biliyorlar ışık oyunlarını, ama sorsanız yıldızları ve ayı tercih ederim. Acıya rağmen lanet okumayacağım işte, …
Etrafım flulaşıyor. Yoksa gözlerim mi. Van Gogh tablolarına benzedi iyice ortalık. Onu da daha önceki gün doğumu, bir okulda görmüştüm, orada o çocuk ve kızcağız gibileri çoktu. Yine de insanlar işte… Uçmama neden karıştınız ki şimdi… Siz yok musunuz siz… Sizi bilmem ama, gördüklerim yokluğa yakınlaştığına göre, ben, ben var mıyım ben?.. Kanatlarım olsaydı, yani, olduğu zamanlar, çok, genelde, pek de severdim, uçardım öyle, baya hem de, usta işi uçardım, görenler kıskanırdı. Çok avcıdan kaçtım öyle, eh, kolay mı yaşamak… Ama hiç böylesi olmamıştı. Hiç de tahmin etmezdim, bir otobüs camında… Yorgundum zaten. Hızlı gittiğinden sallanan bir otobüsün camına tutunmak, epey zor.
Uçmayı, en çok uçmayı severim. Ah… Gözlerim kararacağı halde aydınlanıyor git gide. Kapanmadılar mı yoksa. Gün mü doğdu. Bu kadar hızlı. Işıklar, ya da ışık, tek bir tane. Tane tane bir sürü zerre. Işık zerresi. Işıklar da hissedilir bilir misiniz. Işığa dokundum çok defa. Işıklara dokunabiliyorum. Şimdiki çok daha parlak ve hızlıca. ÜZ!..
………………………………………………
…………………………….
…
Uçmayı, en çok uçmayı severim. O yüzden yüksüzce uçuyorum… Uçsuz, uçuyorum… Sanırım bu kez yorulmayacağım…