Kısa bir süre önce kapımın çalındığını duydum. Yine düşüncesizlik edip, kim olduğunu sormadan, kapımın menteşelerini gıcırdatarak ağzına kadar açtım. Saatin kaç olduğundan haberim yoktu, fakat karşımdakinin kim olduğunu adım gibi biliyordum. Onun o sinir bozucu sessizliğine hiçbir zaman alışamamıştım ve işte yeniden orada, ve öylece bana bakıyordu. “Hoşgeldin Hüzün, zamansız gelişlerde üstüne yoktur bunu sen de biliyorsun, değil mi?” dedim ve gülüştük.
Uykunun sarhoşluğuyla onun ne zaman içeri girdiğini bile anlamadım. Sessizce en sevdiğim tekli koltuğuma kurulmuş beni bekleyen gözlerle bakıyordu kocaman.
Hüznün beni uzun vadeli son ziyaret edişi epey bir zaman geride kalmıştı. Ne var ki, ne zaman gelse hep aynı gösterisini yapar. Alışkanlıklarından vazgeçemeyen misafirim her geldiğinde kendimi geceyi yırtan güneşle beraber, simsiyah bir aydınlığın ortasında bulmamı sağlıyor.
“Dur biraz, önce üzerimi değiştireyim” dedim. Dolabıma doğru gittim ve arayışlarıma başladım. Her şeyin altını üstüne getirdim. Hiçbir zaman düzenli biri olmayı başaramamıştım zaten.
Geçenlerde minik bir sokak satıcısından şu sahte tebessümlerden satın almıştım. Oradaydı, en sevdiğim kazağım ve eski sevgilimin bana verdiği gri t-shirt’ünün arasından henüz açılmamış pırıl pırıl ambalajında duruyordu. “Bugün bunu giymenin tam havası” diye düşündüm. Hüzün’e döndüm “Nasıl oldu, beğendin mi?” diye sordum. En sevdiğim koltuktan sanki hiç kalkmayacakmış gibi görünen o kusursuz varlığına bakıyordum. ‘İşini ne kadar da mükemmel yapıyor’, diye bir iç geçirirken Hüzün de başını sallıyordu onaylarcasına. Bu baş sallayışıyla o an içimden geçen daha kaç düşünceyi onayladı ben bile sayamıyorum.
“Sanırım bunlar herkese yakışıyor. Orjinal bir gülümsemeyi hiç aratmıyor değil mi? Çok yakından bakarsan sadece renklerin biraz daha solgun olması ve biraz daha az sıcak tutmasından başka hiçbir kusur göremezsin. Benim için sorun değil…” duraksadım. Bir iç geçirdikten sonra “Hem ucuz, hem rahat ve üstelik de çok pratik!” diye atıldım gülümseyerek.
Onun canını sıkmış olmalıydım ki koltuğumun yanındaki masada duran fotoğrafı almış inceliyordu. Bunu görür görmez tüylerim ürperdi, yara izlerim iliklerime kadar sızladı. Onu elinden bırakması için ve bir an önce gideceğimiz yere gitmemiz için daha hızlı hareket etmeye başladım. Düzensiz nefes alışlarım vücudumun beni uyarmaya çalıştığına işaretti, silkelendim.
Onun dikkatini üzerime çekmek için yanından geçerken piyano’nun tuşlarına sertçe çarptım ve “Ah.. kusura bakma, çok gevezelik etmiş olmalıyım. Şimdi hazırım. Nereye gidiyoruz bakalım?” diye sordum gözlerimi kırpıştırıp. Fotoğrafı bırakmıştı.
Hüzün yüzüme bakarken ve ben aynada sahte gülümsememin yansımasıyla karşı karşıya kaldığımda ancak anladım. Artık ‘Neresi’ , ‘Ne zaman’ yoktu.. Sadece “O” elimi tuttuğu sürece ‘NEDEN?’ olacaktı hayatımda.
2 comments
çok güzel giriş yapmışsınız.Ancak gelişme bölümü giriş bölümünün kurgusuna göre zayıf kalmış.Bunun sonucu olarakta sonuç bölümü eksik kalmış biraz.Ama güzel yazı 🙂
Eleştiriniz için teşekkür ederim 🙂