Yazılacak bir şeyler olduğuna emindim,ama ne yazacağım konusunda emin değildim ve en ufak bir fikrim yoktu.Önce kahvemi masaya yerleştirdim,perdeyi alabildiğince kenara çektim, gözyüzüne diktim gözlerimi,bir sigara yaktım metafor olsun dedim;
Belki de ilham bu sabah gelir…
Gramafon dan hafif bir Fransızca şarkı açtım ,yaz-malı-yım ‘daki -meli, -malı gereklilik kipine takılı kalmış ilhamıma bir küfür daha savurdum.-meli, -malı gereklilik,
Belki de dedim bu yüzden gelmiyor gerekli olduğu için gelmeyi istemiyor.
İlham,aşk,müzik,mucize böyle şeyler gerekliliğinden çok sonra gelirler değil mi?
Birkaç Cemal Süreya şiiri okudum,kasımpatılara su verdim,acı kokan fimler izledm burnumu yok yere sızlattım.
Bir kahve daha aldım,vakit öğlene dönerken,bu defa filtre seçtim kahvemi;
acı olsun dedim acı olsun ki boğazımda ki acı kalemime de yansısın.
Yine olmadı SEN deyip sustu cümlelerim.
Hangi sen? Kaçıncı sen? Daha kaç kez sen dedim? Nereye kadar sen ve hangi zamana kadar?
Kalkmalı dedim bu kağıt başından,hakkını veremiyorsan eğer;
kağıdın kalbine kalbine vurmayacaksın kalemi hançer gibi. Kaç kağıt buruşturup attım ellermin murekkebine batırıp…
Sonra zamana yenik düşmeyen sesine inat bir piyano ezgisi duyuldu evin salonunda,
Doğruldum,tekrar oturdum kağıdın başına; elime aldım dolma kalemi,bir kemanın yayı gibi ileri geri giderken kalemim,
Bir bir sesine sıkışmış hüznü yazdım,
Sesine kazınmış aidiyetimi,aitsizliğimle eşleştirdim.
Kelime dağarcığımın hızına yetişemiyorken kalemim, fırlattım attım kalemi elimden.
Mürekkep masaya devrildi kağıt acıya bulandı kapkara. Piyanonun tınısına vura vura,uya uya konuşmaya başladım.
Yazacaklarımı boşluğa söylerken dudaklarım,bir hayat tılsımı gibi parıldadı yüzüm odanın içinde:
Bu coğrafyacılara göre güneş ışınlarının odanın üzerine dik yada paralel ya da hangi cehennemse o şekilde düşmesiydi!
Matematikçilere göre enlemle boylamın bilmem hangi meselesiydi!
Oysa bu Edebiyatçılara ve en çokta bana göre;
kalbimin zihnimle birleşip senin hatırana paralel düşmesiydi!!
Ellerimi boşlukta piyano çalar gibi hareket ettirirken; yıldız tozuna bulandı hayallerim,
yüzünün hatlarını çizerken duvara , tüm tuvaller renksizdi.
Ayaklarıma emanet ettiğin gitmeler,
ben odadan çıkmaya çalıştıkça beni haps eden kokunla işbirlikçi gibiydi eminim!
Amenna ve Saddakna! Seni buraya getiren O’ biliyordu sana olan yersiz,hudutsuz,safsız acziyetimi.
Şimdi sadece O’nda kaybolmak için,tekrar oturdum masanın başına;
elimde kahvem gözlerimde çimen yeşili sevdalarım,
masada mor mürekkep,kuruyunca maviye çalan.
Ve aklımda “SEN” bir piyanonun sesine sıkışan !
Kader KİBAR