Sakin bir köşe bulup oturdu kadın. Kar yağıyordu, üşümüştü. Yosun yeşili gözleri, insanın içini ısıtan gülümsemesiyle henüz yirmili yaşlarında bir garson önce “Hoş geldiniz.” dedi. Sonra tüm yüzüne yansıyan gülümsemesiyle halini hatırını sorup siparişini aldı kadının. Sanki az önceki dondurucu soğuktan kaçan kendisi değilmiş gibi sıcacıktı şimdi içi…
Çay istemişti kadın. Az önceki güler yüzlü garson getirdi çayını. Teşekkür etti. Garsonun tebessümüne karşılık verdi aynı sıcaklıkla. Dertlerinin, kalp yaralarının tek dostu olan çayından bir yudum aldı. Defterini çıkardı çantasından. Mavi kaplı defterini. Özellikle mavi kaplı almıştı. Gökyüzü kadar mavi, gökyüzü kadar derin…
Kapağını açtı defterinin. Kalemi eline alır almaz ; “Bana bir aşk masalından şarkılar söyle, kalbimin bahçesinden gülleri gör de…” sözlerini duydu. Radyoda çok sevdiği İncesaz çalıyordu. Bir süre eşlik etti şarkıya. “ Seni sevdim diyebilsem ölürüm inan, o güzel gözlere baksam eririm, eririm her an. Seni sevmek dileğimdi. Her şeyim sendin. Sensiz alem zindan oldu sevgilim, dön yine bana…” Sözler düğüm düğüm oldu boğazında. Gözleri dolu dolu, çayından bir yudum daha aldı. Şarkı bitmişti. Bitmişti bitmesine ama, gözünden yüreğine doğru çoktan yol almıştı gözyaşları …
Birkaç satır bir şeyler karaladı mavi kaplı defterine. Hesabı ödedi. Kaçtığı sokağa geri döndü yine. İçeride yeniden yanmıştı kalbi çünkü. Yüreğinin korunu yeniden alevlendirmişti o sözler.
Kar, yeniden başlamıştı.
Bir umut belki yağan kar söndürürdü yüreğini. Gözyaşları kar tanelerine karışırken bir kez daha mırıldandı kendi kendine . “ Seni sevdim diyebilsem ölürüm inan…”