Gece karanlık, Ben daha karanlığım.. Telefonumun şarjı %78 ne kadar yalnız olabileceğimi düşünün artık. Konuşabileceğim kimseler yok zaten konuşsamda beni dinleyecekleri yok. Televizyonda aptal bir program vardı kapattım. Facebookta saçmalıklar vardı kapattım. Nietzche okudum ilk seferde birşey anlamıyordum tekrar tekrar okumam gerekiyordu sıkıldım, bıraktım. Ve Toshiba marka bilgisayarımda Word dosyasını açarak kurgusuz, plansız, programsız bu satırları yazmaya karar verdim. Hah ! aklıma geldi yazacak bişeyler. Evrenin genişliği ve dünyanın durumu üzerine yazacağım; 13 milyar yıl önceki büyük patlamadan sonra evren inanılmaz bir boyutta oluştu ve günümüze dek genişleyerek varlığını sürdürdü. Carl Saganın Soluk mavi nokta konuşmasını hatırladım, ”“Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yozlaşmış siyasetçi, her süperstar, her “yüce önder”, her aziz ve günahkâr onun üzerinde – bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.”
Böyle buyurmuş bilge Carl Sagan. Soluk mavi noktayı göstererek. Yani bizleri üzerinde yaşadığımız o toz zerresini. Azcık astoronomi’ye ilgisi olanlar bilir. Dünyanın Samanyolu galaksisindeki yerini. Ve kendinin o dünyadaki yerini.. Buna göre davranır, buna göre yaşar. Yani egolarından arınmış bir şekilde benlik duygusunun dışında iç muhakemesini yaparak yaşar. Kafka’nın dediğini de hatırladım şimdi. ”bu dünya için kendini paralaman gülünç..” Gerçekten öyle eskiden çok param olsun isterdim. Zengin olmayı düşlerimi gerçekleştirmeyi en güzel arabalara, evlere ve birinci sınıf kadınlara sahip olabilmeyi düşünür ve isterdim. Sonra bir gün Nietzche okurken şuna rastladım. ”malı az olanın köleliği az olur. Ne mutlu küçük yoksulluğa..” onu okur okumaz üzerinde düşündüm. Çok param olduğu zaman; Bir şirkette üst düzey bir konumda olduğum zaman kendime, aileme,arkadaşlarıma ne kadar vakit ayırabilirim? Diye düşündüm. Ve şu kanaate vardım. Gecenin 1’inde ben kitap okuyup kahve içmek yerine internetten Amerikan borsanın durumuna bakacaksam. Doların yükselip Faiz artışının ne durumda olduğunu o saatte merak edeceksem. Ve olumsuz bir durumda Bu benim uykumu kaçıracaksa bu benim için kazanılmış bir zenginlik değil, kaybedilmiş bir hayat olur..
Ve artık şöyle düşündüm; Hayatımı idame edecek kadar param olsun yeter. Fazlası beni ben olmaktan çıkarır. Sahte bir kahramana dönüştürür.
Zengin adamlara baktım. Son model arabalarından inerken çıkardıkları marka gözlükleriyle etrafa yaydıkları egolarına baktım. Çoğunun kalbi sokaktaki dilenciden bile daha yoksul. Ama kadınlar onları seçiyor. Kadınlar son model arabalar,lüks daireler, elmaslar, takılar istiyor.. 18’lik çıtırların 60 yaşındaki morukları sevdiğini söyledikleri zaman anlıyorsun aslında herşeyin ne kadar sahte olduğunu. İsmini hatırlayamadığım bir şair şöyle diyordu; ”Kadınlar şairleri sever, ama müteahhitlerle evlenirler..”
Bukowski;”Pejmurde halimi görüp yüz çeviren kadınların çoğu bir dizi rehin dükkanı ve at yarışı sahibi şişman domuzların altına yatarlardı.” derken siteminde çok haklıydı..
İşte böyle bir düzende yaşıyoruz insanların sahteliklerinin, ucuzluklarının yüzlerine yansımasını görebiliyorum. O yüzden bu günlerde münzevi bir hayat sürüyorum.. İnsanlardan uzak, kendime yakın.. Yaptıkları, söyledikleri, espirileri, hayatları hoşuma gitmiyor. Kimileri kendini bu dünya için paralıyor. Kimileri paraya tapıyor. Kimileri ise Tanrı’ya sığınmış durumda.. Ben aldırmayanlardanım…
Bir gün öleceği zaman arkasından konuşulanlar eğer ki olumluysa o insan hep yaşatılır anılarda, ayaküstü sohbetlerde. Başka türlüsü dünyadan gelip-geçişi bile farkedilmez…