Hayalinden kaçar mı yahu bir insan? Gözü kara bilirdim kendimi. Uzun yolları bahane etmek de neyin nesi?Halbuki yalnızlık kotam dolunca kız kulesinin sabrını örnek alacaktım kendime. Sonra annelerin “uslu dur” bakışını atacaktım gözlerime . Rüyalar görmeyecektim artık. Masalların başkentinde rüya görmek … Bu hataya düşmeyeceğim elbette. Gözyaşlarımı Marmara’ ya bağışlamaktan hiç çekinmeyecek, bir martının kanatları arasına huzur semti inşa edecektim. Boğazı izlerken önce yutkunacak sonra cebimden çıkardığım müsveddeye bir şiir karalamaya baslayacaktım okunaksız el yazımla. Derin bir nefes alıp Türk Edebiyatı’nın nadide isimlerini anacaktım birer birer. Belki de fatiha gönderirim ruhlarına, bilemiyorum. Bâd-ı sabâ gibi essin şairlerin sigara dumanı yüzüme yüzüme . Eğer bir gün bir banka oturup gazete okuyabilseydim Kaldırımlar Şairi gibi ucunu tutuşturduğumu hayal edecektim dudaklarımın arasındaki sigarayı.
Çırağan’ dan ya da Topkapı’ dan İstanbul mavisi tüm cazibesiyle görünüyordur herhalde. O manidar mavi nakşederken gözlerimdeki kahverengiye, Fatih gibi derin derin düşüneceğim ruhumla çetin bir savaşa girmeden önce. Eğer bir nefs muhasebesi yapmam gerekirse bunu Haliç’ te yapacağım.
Aşık olmayı pek beceremem sanırım. Sorun değil, -mış gibi yaparım ben de.
Neydi ki aşk? İsmini soluk borunun oraya kazımak ve her nefes alışında biraz daha acımasına hür iradenle müsaade etmek…
Bedenlerden sıyrılan ruhların muhabbete dalması…
Yaz Kızım: Sanığın kaçak ya da korkak olmadığına lakin bir İstanbul aşığı olduğuna karar verilmiştir!