Çok unuttuk birbirimizi. Çok da hızlı unuttuk. Ters giden bir durum var. Sen bu kadar hızlı, ben sen kadar yavaş değildim. Aramızda ne varsa, aramızda kalması şartıyla, ara vermiştik aynı yatağın çarşafına dolanmamaya. Sonra bakacaktık değil mi? Olan, eden ne varsa değerlendirecek, bu kör dövüşünü bir nihayete erdirecektik. Ama biliyorsun öğreniyor işte aşık olan,aşkın bir kavram dışında hiç bir anlamının olmadığını ve kavramın kendisinin aşk olduğunu, yoksa insana aşık olmak kavramların ne haddine!!! Bahsetmek istediğim bu değildi benim. Bir ev alacaktık, şöyle kendi çapında müstakil olanlardan, bahçeli.Nereyi düşünmüştük? ha! hatırladım. Çeşme- Ildır’da. İllaki de denize bakmalıydı ama değil mi? Olmadı. Alamadık. İstedikleri şeyler varlıklarından büyük olan insanlardık biz. Ne acı ama; fakirlerin düşlerinin zenginlerin gerçeklerinden daha büyük olması…Dört mevsim kanıyorum. Ölmenin de bir adabı olmalı; öylesine uydurma sözlerle çekip gitmek yaşamda olur sadece. Ne diyeceklerini düşünmeden, peşin sıra bir sebep uydurmalarına fırsat vermeden gitmeli insan. Giderken demeden, giderayak demeden, kaçtı demeden, ne bir ipin ucunda sallanarak boşlukta, ne bileklerden akan kanın kaybıyla, ne kanserden, ne kalpten, nede çoklu organ yetmezliğinden. Adabında bırakmak dünyayı, dünyaya. Ve adabında bırakmak, tanıdığın kimler varsa, tanımadıklarının ellerine. Yok! kesinlikle haklıyım, eziyet etmek olur başka türlüsü. Öyle ya! durduk yere küfür etmesinler arkamızdan. Hali hazırda yediğimiz küfürler kabulümüzdür…