Zaman, öte beri almaya çıkan bir dumanlı saat sevgilim ve ben de kâğıt paraya geçmiş bir yalnızlık müşterisiyim. Bozukluklardan kurtulmuşum meğer, sensizliğe bozula bozula. Ne kadar harcarsam harcayayım, tüketmemiş tükenmişim bu kulvarda. Çarpışıyoruz zamanla ve yine o galip geliyor seni hatırlattıkça. Akrep ile yelkovan söyleşisi kadranı acıdan vuruyor, tam on ikiden misali. Kırılıyor köstekli saati sevmelerin; duvar saatleri tedbirli… Münakaşa ediyoruz gözlerinsiz kalmakla sözlerinsiz kalmak arasındaki seçimle. İkisi de beni sensiz bırakmasın, ben katlanırım güzellemesi yapıyorum sana aşktan yana. Olmuyor. Güzellemeler Aşık Veysel’den yanaydı, beni hiçbiri kabul etmiyor. Kulaklığımın sesini son ses yapıyorum her zaman. Bir an için gerçeklerden kopuş trenine binerek senin yanına koşuyorum. Tanımıyorsun beni. Ben de tanımıyorum zaten. Bu kıymıklı kalbin sahibi de kim? Batışında dipdiri tecellisi adaletsizlik varlığına tekabül eden minik kalp yaraları var. Doğuştan delikti, kapattılar; yamaladılar, seni hesaba katmadılar. Şimdi de sen açtın o minik yaraları. Hangi tıbbi çaresine bakılır bu hüzünlü çaresizliğin?
Acım, yüz seksen derecelik bir açıyla polifonik dalgalar saçarak sana ulaşmaya çalışıyor. Ben bununla baş edemem. Gir içeri…
Kalp açısından yararlı yaralar sundun bana. Üşüyorum; yokluğun çokluğa karışmış madem, haydi gir bir kez daha kalbimden içeri. Dekore ederim senin için her bir odasını, yeniden. Son düzlükten sağa sap, döktüğün acılı şarabın üzümü nereden bulaştı diye düşünme kalbime hiç. Kan o sevgilim; kan, aktıkça özletiyor seni…
Dilara AKSOY