Yok olmayı istediğim nadir anlardan birindeyim şu an. Dönüp dolaşıp aynı yere geldim. Kaybettiği her oyundan sonra mesleği bırakacağını iddaa eden kumarbazlar gibi…Yaptığı her hatadan sonra diz çöküp özrünü dileyen aşıklar gibi… Kendimi kapattığım kapsama alanı dışındayım. Sessiz sedasız hayatımda çığlık çığlığa yaşıyorum. Bu sahil, bu yakamoz, bu rüzgarın içimle buluşan sesi, yaktığım şu sigara, arkamda saklambaç oynayan boğucu yalnızlık, izleyemediğim filmler, okuyamadığım tüm kitaplar, kuramadığım hayaller, ona söylemeye yetişemediğim tüm sözler kendi yaralarımın aşağılık müellifi… Zatıaliniz hoş görürse bugün yok olma vaktidir. Geçmişimizden toz olma vaktidir. Ve üzerinize afiyet biraz çakırım, biraz nahoşum ve biraz da çocuksuyum bugün. Kaldıramadığım bir yüküm olduğunu hiç sanmıyordum. Üstelik kötüyüm ben dedikçe de hiçbiriniz inanmadınız. Bugüne kadar kendi değerlerinizle yargıladınız. Aslında hiçbir yerde olmak istemiyorum, hiçbir yere de sığamıyorum. Bu gezegen üzerinde fonetik lekeler oluşturuyorum. Bu denizlere, bu göklere, bu soylara, bu soysuzlara yakışmıyorum. Belki de tehdit ediyorum bakteriden arınmış, pastörize hayatlarınızı. Ama tüm bu olanlar bir gün sona erecek. Kendi kendini imha edecek. Gazapla kırbaçlanacaksın. Kozmik felaket bu kainattan imzasını çekecek ve gerçek krallık olan hiçlik tahta geçecek. Günün birinde bir hiçten ibaretken en asil şövalyesi olacaksın. En büyük hediyen şu anki varlığının kurdeleleri, bir başkasının çam ağacının altında kırmızıyken senin ellerinde simsiyah aslında. Parantez içleri gibi dolu dudaklarının çatlaklarında ayrılıktan söz ediyorsun. Bunu düşlüyorsun. Kır çiçeği korkusuzluğuyla kopmak istiyorsun dallarımdan. Bunu düşlediğini duyuyorum. İçimde arsenik biriktiriyorum. Uzun kirpiklerini sürmek istemiyorsun daha fazla hayatıma. Ölümümü pastellere bürüyüp bir oyuncağa giydiriyorsun. Adının dilimdeki rüzgarı içimi süpürüyor. Sabah kahvelerinden dönen kambur amcalar daha bir yorgun, köşedeki dükkanlar hiç açılmayacak gibi kapalı, evlerde yeni demlenmiş bir cinayetin yası hakim sayende. Yaşamak için bu satırlara bağlıyım. Biraz da kurşun kaleme… Köpekleşen şu ruhumun ısırıklarının tadı yavan, yastığımda hüzne susamış anılar, ellerimde kafası karışık bir hikaye… Birbiri sıra vagonlarla trenler geçti kalbimin örümcek ağlarından. Bir şeycik diyemedim.
Bir Vagon Öncesi….
” Anlamıyor musun ” dedi. ” Yanlış hissetmişim. Yanılsamaymış sadece. ”
Gayet açık ve sekti.
Gök yüzü tedirgin ve netti.
Güvenilmez olduklarını söyledi.
Farkında olmadan sevmişti.
Ya da farketmeden yanılmıştı.
Yanılsamaydı.
Hepsi buydu.
Büyütülecek ne vardı.
Mahvederek kazandığı bir hayatı aldı.
Eğildi gözlerinin önüne, sözlerine sığındı.
Tanrı bir şey yapmadı.
Seyretti olanları.
Çırılçıplak etraf ve kimsesiz bir gramofon.
Herkes şair ve herkes dahi
Ve düşünceler silsilesi.
Bir bardakta yıldızların yansıması
Uzaklaştı tenhaca.
Her şey söylenebilirdi o andan sonra
Abartılabilirdi hatta.
İstemezdi kimse kendini tanımayı
Ya da ”öncelere” dalmayı.
Eski hayatımız bitti
Ağzında acımtrak bir tat adamın
Gitmeye kararlıydı kadın
Böyle yapmayın ama…
”Efkarlanırım.”
DEMİROĞLU 7 Aralık, Seferihisar
4 comments
Bir vagon öncesi diye başlayıp efkarlıyım diye bitilmişsiniz ya; o araya öyle fena duygular sığdırmışsınız ki, bu satırların hakkı verilmeli. Tebrik ediyorum.
“Efkarlanırım” pardon 🙂
Çok teşekkür ederim
Eline saglik cok guzel olmus.Sembolizmin etkileri ve yalnizligi cok net birlestirmissiniz, tebrikler.