Gökyüzü nazenin ve banktaki bedenim fıstık yeşili gözlerimin gökyüzüne göz süzüşüne ayak uydurur gibi bir tempoda kendini ayarlıyor.
“Baba, neden geldik buraya?”
“Birazdan anlayacaksın kızım, buraya neden geldiğimizi.”
Kızım, o minicik elleriyle ayaklarının yere değmediği bankta ayaklarını sallayıp meraklı gözleriyle bana bakıyor.
“Bak, görüyor musun? Bankta kazınmış iki harf var.”
Kızıma kalp içinde olan D ile M harflerini gösteriyorum.
Beş yaşındaki kızım Selin, çocuk heyecanıyla kalbin içindeki o iki harfe dokunuyor.
“M senin adının baş harfi değil mi baba?”
“Evet kızım, benim adımın baş harfi” diyerek kızımın başını okşuyorum.
Tekrar gözlerime merakla bakarak bir kez daha soruyor.
“Neden buraya geldik baba?”
O sırada gökyüzünde müthiş bir kalabalık ve kuşların hürriyetinde kanat çırpan siluetler görüyoruz uzakları yakın etmeye yeltenen masmavilikte.
“Bak!” diyerek gökyüzüne iyice bakmasını istiyorum ondan.
Bakıyor…
“Aaa kuşlar! Ne kadar da çoklar baba! Kuşlar ne kadar da çoklar böyle! Beni bunun için mi getirdin?”
Dudaklarım titreyerek ve gözümden süzülen o bir damla yaşı silip ona belli etmeyerek “Onlar kuş değil kızım” diyorum.
Uçurtma şenliği gibi her yan, kaldırımdan geçip gözyaşlarını silen kadıncağız da gökyüzüne bakarak el sallıyor gökyüzüne.
Kızım Selin ise gittikçe kalabalıklaşan Kadıköy sahilinin neden böyle ana baba günü olmaya başladığını meraklı bakışlarla süzerek bir yeryüzündeki insanlara, bir de gökyüzündeki kanat çırpan ve uzakları yakın etmeye çalışan siluetlere bakıyor.
“Uçurtma mı bunlar baba? Biz de uçursak ya”
Ayakkabı boyacısı genç, ayakkabısını boyadığı beyefendinin işini bitirir bitirmez Melodikasını eline alarak tınılarında hüznün barındığı ve daha önce hiçbirimizin duymadığı o kırık notalı şarkıyı çalıyor.
Gökyüzüne bakıyor, ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor…
Biz büyükler biliyoruz neyin neden yaşandığını fakat miniklerimiz henüz bilmiyor. Onlar da öğrenecekler bizim öğrendiğimiz gibi, onlar da öğrenecekler gökyüzünün bize neden bu denli bir mesaj verdiğini.
Göğünü yüzünde aramayı unutan her yetişkin, kanatlarını çırpan ve gerçek olan tek yanının ne olduğunu bilir; eğer onu bir de kaybetmişse.
Bisiklet süren minik erkek çocuğu kızımın yanına geliyor.
“Aaa bunlar çok güzel değiller mi baksana! Haydi koşalım” diyerek kızımın elinden tutup onu rıhtıma iyice yanaştırmak istiyor.
Çocuğun babası gelerek “Dur oğlum, dur!” diyerek dolan gözleriyle bana bakıyor.
O da kaybedenlerden demek. O da kanadını gökyüzüne emanet edenlerden.
“Buyurun oturun” diyerek bankta onlara yer açmaya çalışıyoruz.
Teşekkür ederek yanımıza oturuyorlar.
“Kaç sene oldu sizin?” diyerek sorduğumda o sırada yanımıza beyefendinin eşi de geliyor.
“Aaa demek…”
“Merhaba” diyerek gülümsediğinde genç kadın, önce kızıma bakıyorum. Kızım başını önüne eğiyor.
“Merhaba küçük hanım” deyip kızıma bakıyor genç kadın. “Adın ne senin?”
“Selin”
Selin’in başı hâlâ önünde.
“Gidelim mi baba artık?”
Gökyüzündeki hürriyete bir kez daha takılıyor aklım.
Ama o nerede?
“Dur kızım, şimdi çok mutlu olacaksın, azıcık daha sabret…”
Yetişkinler uçurtmalarını arıyor gibi gökyüzüne bakmaya devam ediyorlar.
Yaklaşıyor…
“Aaa! Baba! Baba!”
İşte gördük onu sonunda.
Deniz… Eşim, karım…
Kanadından yaşadığı sürece ömrümüze taç, anneliğinden de huzur yaratan kadın…
“Evet, kızım. Bugün anneler günü. Bugün, gökyüzüne süzülmüş her kanatsız melek uçarak biz evlatlarına ve sevdiklerine kendilerini hatırlatırlar. Onları kanatlarıyla göremediğimiz yeryüzünde, gökyüzündeki kanatlarıyla görürüz. Bak! Anneannen de orada, anam; ruhuma bereket sunan cefakar anam…”
Gözyaşlarımı silerek onları selamlıyorum.
Yanımızdaki beyefendinin eşinin öldüğünü zannetmiştim. Onun eşi hayattaymış, o annesi ile kayınvalidesini selamlamaya gelmiş bugün, buraya…
Gittikçe kalabalıklaşan adeta bu mahşer yerinde kanatlarıyla ve o tertemiz yüzleriyle bize yaklaşıyorlar annelerimiz.
Liseden yeni mezun olan genç kız, gökyüzüne doğru bağırıyor.
“Annem! Bak annem! Diplomamı aldım, diplomamı aldım annem…”
Bugün, kuşlar yerlerini terk ederek, yerlerini bir günlüğüne onlara emanet etmişlerdi. Bugün uçurtmalar da uçmuyordu dünyanın hiçbir yerinde. Bugün, gökyüzü sade ve sadece yitirdiğimiz annelerimizindi.
Kızım Selin ne vakit bir arkadaşının annesini görse buruk hissederdi.
“Anne! Gel yanıma” diyerek ağlamaya başladı.
Göğsüme yasladım başını.
“Meleklerin yolu buraya kadardır kızım. Onlar gökyüzünün sınırını geçemezler bak annen görüyor bizi, senin an be an gün be gün büyüyüşünü seyrediyor. Sakın ağlama, üzülür yoksa.”
Kızım ayağa kalkarak gökyüzüne doğru zıplamaya başladı.
“Öyleyse ben giderim yanına, anne beni de al yanına”
“Hayır, sakın böyle söyleme yavrum. Sakın… Sen de inşallah bir gün annen gibi yeryüzünde yaşayan bir melek olacaksın önce. Sen de annen gibi, anneannen, babaannen gibi bir anne olacaksın. Yeryüzünde bir çocuğa emanet edilen melek olmayı istemez misin hiç?”
“İsterim ama, annemi de isterim. Seni çok özledim anne…”
Eşimi kaybedeli iki sene olmuştu. Selin, annesinin yokluğuna alışamayan her çocuk gibi şefkati bende aramıştı. Anne değildim, ben bir babaydım.
Baba… Babam…
Babalar da bir yuvanın ekmek kısmından girerlerdi içeri.
Babalar da odunu ateşle harlar gibi her zorlukta dik durmayı vazifeleri bilirlerdi. Bizim kanadımız yoktu, biz bir yuvanın ekmek kısmında pişirirdik kederlerimizi; evlatlarımıza hiç belli etmezdik.
Ben de pişiyor ama kızıma iki yıldan beri belli etmemeye çalışıyordum.
“Bak! Kızım, annen sana gülümsüyor”
“Anne, annem…” Selin annesine zıplayarak el sallıyor, ona elleriyle kalp işareti yapıyordu.
Bugün, annelerimizin yeryüzü ile gökyüzündeki melek çırpınışlarının adalete teslim tarihi.
Yeryüzünde olanların kıymet bilinmez yanlarında gökyüzüne teslim ettiklerimizin pişmanlığını tütün yapıp sarıyoruz.
Yanımızdayken hangi birimiz onları kırmadık, hangi birimiz onlara kötü söz söylemedik ki?
Şimdi, gökyüzü teslim alım ve bir daha asla yeryüzüne gönderi yapmayan bir melek şöleninde bize katı katı gülümsüyor.
Annem hiç değişmemişti, yirmi yıl önce onu kaybettiğim gibiydi yüzü adeta.
En sevdiğim mercimek çorbasını ısıttığı ve bana “Afiyet olsun oğlum” diyerek gülümsediği o gün gibiydi.
30’lu yaşlarda olan genç, nişanlısının elinden tutarak “Anne bak! Nişanlandım ben. Sana gelinini göstermeye geldim, günün kutlu olsun” diyordu.
Bir diğer adam, elini açmış gökyüzüne bakarak annesine dua ediyordu.
“Annem gidiyor baba, annem dönüyor” dedi Selin.
“Evet kızım, dönüyor ama seneye bugün ve her gün yine bizimle; bizim kalbimizde olacak.”
“Seni seviyorum anne! Büyüyünce ben de senin gibi melek bir anne olacağım”
Titreyen dudaklarımla “Haydi kızım, eve gitme vaktimiz geldi” dedim.
“Hoşça kal anneanne!”
Kanatlı meleklerimiz yakınlaştıkça uzaklaşan siluetlere dönüştüler, hepsi sırası geldikçe yok oldu.
Arkama baktım, son bir defa;
“Bugün mercimek çorbası içtim anne, Deniz ile senin yaptığın gibi olmadı ama komşu verdi, sağ olsun işte…” dedim.
El salladım, gözyaşlarının nemli duasında “Hakkım helâl oğlum” dedi gözleriyle…
Dilara AKSOY