KAPİTALİZMİN UYUTMA METODU : KİŞİSEL GELİŞİM
Bazen kendimi o çok meşhur,televizyondan milyonlarca umutsuz ev kadınına ulaşarak “hayatı sevin,kendinizi sevin,kuşlar böcekler lalala” mottosuyla onları içlerinde bulundukları monotonluk/işsizlik kaynaklı depresyondan kurtarabilecekmiş havası yaratmaya çalışan,aslında hayatın gerçeklerine dair hiçbir şeyden haberi olmayan akılsız kişisel gelişim uzmanlarına inanmak zorundaymış gibi hissediyorum.
Oysa safi saçmalık!
“Hayatı sevin” felsefesinden kastetmeye çalıştıkları şey nedir?Hayat,sevmek.Hayat sevmekle başlar,çok doğru!Ama “hayatı sevmek” açıkçası saçmalıktan beri bir şey değil.
Kişisel hayatımızda mutluluğa ve iç huzura ulaşabilmemiz için işe onu sevmekle başlayabiliriz belki.Yani şey işte,kuşlar böcekler falan.Hayat çok güzel,kendimi çok seviyorum,herkes çok özeldir,kimse şişko değildir,önyargılarınızdan kurtulun artık falan filan.Neyse.Kendimizi hayatımızdaki her şeyin mükemmel olduğu yalanına inandırarak mutlu olmamızı istiyorlar işte.
Şimdi,kişisel gelişim uzmanlarının amaç belirlerken neden bu ilkeyi seçmiş olabilecekleri ihtimali üzerinde durmak istiyorum.
Öncelikle,devletle karşılıklı bir arz-talep ilişikisi içerisine girmiş olduklarını düşünüyorum.Yani üstlerimiz(!) tarafından gerekli talimatları alarak bizleri yönetmeye çalışıyorlar.Neden olmasın ki!Sonuçta hepimiz beynini kullanamayan,kendi hayatını derleyebilmek için bile bir başka ölümlüye ihtiyaç duyan zavallı aciz yaratıklarız.Çünkü bizler,bütün depresyonumuzun sebebinin aldığımız kuş kadar maaşın insanî koşullarda yaşamamıza yetmeyecek kadar az olduğu yahut tamamen kişiyi yalnızlaşmaya ve bununla beraber ağır bir depresyona sürükleyen aşırı sosyal medya kullanımı kaynaklı olduğunu anlayamayacak kadar yoksunuz.
Allah aşkına,halkın “iyi şeyler duymaya muhtaçlığını” kullanarak yüksek meblağlardaki paraları hap gibi yutan söz konusu kişilerin,kıt kanaat geçinmeye çalışan bireylere “hayatı sevin” demeye hakkı olduğunu düşünüyor musunuz?Ya da her gün,istisnasız her gün;sokakta bir çocuk,bir kadın,bir genç devlet kurşunuyla vurulup ölebiliyorken ve bunun sorumlusu olarak kimse gösterilemiyorken hayatı sevmek mümkün müdür?Gerçi hayatı kişisel olarak ele alırsak mümkündür tabii,neden olmasın?Fakat gelin görün ki hayat tek kişilik değildir.Üzgünüm,bu söylem okuyanları daha ağır bir bunalım psikolojisi içerisine sürükleyebilir belki ama ne yazık ki hayatlarımızı yalnızca kendimize göre yaşamıyoruz,yaşamamalıyız yani.Çünkü tekeş yaşamak alçaklıktır,namussuzluktur.Bugün,dünyanın -neresi olduğunun zerre kadar bile önemi yok- herhangi bir yerinde herhangi bir zaman diliminde herhangi bir kişi/toplum herhangi bir haksızlığa uğruyorsa bizim bu durumu göz ardı etmek gibi bir şansımız yok.Bütün insanlar olarak ortak bir hayatı yaşıyor,ortak bir evreni paylaşıyoruz.Öyleyse hepimiz kardeşiz demektir ve hepimizin acısı hepimize eşit pay edilmelidir.
Yani,insan olmanın temel ilkesi “eşitlik” ve “kardeşlik” kavramlarına dayanıyor ise ve haksızlıkların,kansızlıkların ardı arkası kesilmeyen bir dünyada yaşıyorsak hayatı sevemeyiz.
Hayat sevilmeye değer değildir.
Kişisel gelişim uzmanları da realist değildir.
Evet;kesinlikle geçimimizi bile zor sağlıyorken,açlıktan ağzımız kokuyorken yapacağımız en mantıklı şey aptalca bir kişisel gelişim,ruhsal başarı kitabına para vererek uyutulmamız olacaktır.
Hayatın gerçeklikleri vardır:Erdal Eren’in yaşı büyütülerek idam edilmiş olması,sevdiğimiz kişinin bir başkasına âşık olması,en karamsar ve acı dolu distopyaların günbegün gerçekleşiyor olması gibi.Ve bunlardan kaçabilmenin yolu yoktur.Öyleyse aslolan,eğer istenilen duruma varılamıyorsa var olan gerçekliği değiştirmeye çalışmaktır.
Gerçeklerin ortak bir özelliği vardır:gerçek olmaları.Ayrıca kendi aralarında “değiştirilebilen” ve “değiştirilemeyen” nitelikleriyle iki gruba ayrılırlar.
Doğanın belirli kuralları vardır ve bunlar değiştirilemeyen gerçekliklerdir.Örneğin suyun yüz derecede kaynaması,levhaların hareketleriyle depremlerin meydana gelmesi gibi.Bu tarz gerçekliklerin değiştirilmesi olası bir şey olmadığından ötürü bunlarla yaşamayı öğrenir ve hayatlarımızı bunlara göre düzenleriz.
Değiştirilebilen gerçekliklerin tamamı ise insan yapımıdır.Ben bu yazıyı iki bin on beş senesinin son zamanlarında yazıyorum ve yaşadığım dünyanın her gün yaşanması daha güç bir cehennem olduğu bir gerçek.Bu gerçeği ise biz insanlar yarattık.Kapitalizm,sosyalizm,komünizm gibi onlarca sistem oluşturduk.Şu anda borusu öten sistemin yani kapitalizmin dışındakilerden şimdilik söz etmeyeceğim.Kapital,yani sermaye.Kapitalizm,yani sermaye sistemi.
En basitinden “parasal sistem” de diyebiliriz kapitalizme fakat bu çok çok eksik ve yetersiz bir tanım olacaktır.Ya da özür dilerim,parasal sistem hiç olmadı.En iyisi ben Das Kapital okumamış (henüz) birisi olarak kapitalizmi örneklerle açıklamaya çalışayım.
Kapitalizm;insanın temel haklarından oluşan (sağlık,eğitim vs.) alanları kendi lehine sektörlere çevirir ve bunlar yetersiz kaldığı için yeni sektörler yani sermaye alanları yaratır.
“Moda” deyince aklınıza ne geliyor?Eğer gelir durumu düşük,karın tokluğuna çalışan insanlarsanız büyük ihtimalle bu kavramı biliyorsunuzdur (hiç yoktan kulak aşinalığınız vardır) fakat “lüks”e ayıracak geliriniz olmadığı için pek de ilginizi çekmiyordur.Eğer orta hâlli bir geliriniz varsa büyük ihtimalle moda sizin için belirli bir dönem içerisinde sürekli olarak karşınıza çıkan ürünleri ifade diyordur.Fakat eğer gelir durumunuz gerçekten iyiyse moda sizin için “dönemsel popülerlik ürünü”nün yanı sıra,bazen sizin de ona yön verebildiğiniz ve kişisel popülaritenizi arttırmak adına cömertçe kullandığınız bir sektördür.
Moda çeşitli alanları kapsar.Şarkılar,diziler,kitaplar,yemekler vs. hepsi modanın alanına girer.Dediğim gibi;moda,dönemsel popülerlik ürünü demektir.
Modayı kapitalizmin yarattığı pek çok sermaye alanından yalnızca birisi olarak gösterebilirim -bu arada lâf lâfı açarken konuyu epey dağıttığımın farkındayım fakat bundan korkmanıza ya da sıkılmanıza gerek yok ki,ne güzel konuşuyoruz işte-.Ayrıca şunu da söylemeliyim ki kapitalizm asla hümanist bir düzen değildir ve aldatıcıdır.
Çünkü kapitalizm genç kızlara asla yeteri kadar güzel ve zayıf olamayacaklarını öğretir,dünyanın bir kısmını açlıktan öldürürken diğer kısmını obeziteden öldürür,halkların eşitliğini sağlamadan bizlere “hepimizin kardeş olduğunu” öğütler,refah içinde yüzen insanların yokluktan kıvrananlara hayat dersleri vermesine sebep olur…Kısacası kapitalizm,onun yarattığı sorunları çözebilmemiz için bizlere çözüm önerileri sunar ve bunları bize satar.
Böylesine adi bir düzen işte…Ve dünyamızı,biz insanlardan bıkmış bu zavallı dünyamızı bu düzen döndürüyor.Gerçekten üzücü.
Kişisel gelişim uzmanlarına dönersek…Sanırım kapitalizmi açıkladıktan sonra bu kişilerin riyakârlıkları da iyice gün yüzüne çıkmış oluyor.Dünyadaki çoğunluğu zengin burjuva sınıfı değil,yoksul emekçi sınıfı oluşturuyor.Dünyamızın da işçi sınıfı olmadan dönemeyeceği su götürmez bir gerçek,işçi sınıfının açlık sınırında ve türlü iş kazası riskleri altında yaşadığı-çalıştığı da.Ve farkındaysanız dünya üzerinde en çok teselli edilmeye,avutulmaya,ruhunun iyileştirilmesine ihtiyaç duyan insanlar da bu kesime ait;bahsi geçen uzmanların hitap ettiği kesim yani.
Sanırım burada artık daha alenî bir açıklama yapmaya gerek kalmıyor.”Kişisel gelişimcilik”,”yaşam koçluğu” vb. alanlar kapitalizmin yanıltıcı ürünleridir.Ayrıca devletin,suçlarını örtbas etmek adına toplumu/halkı uyutmak için kullandığı oyuncaklardır.Hepimizi daha uyanık olmaya davet ediyorum!
DİLAN YILMAZ