-mutsuz sonlara ithafen-
Sahne 1
yürüyordum kör karanlıkta.gecenin lütfuna doğru.
salınıyordum. adımlarımı salaş salaş atıyordum.
evin yolu.
yani yalnızlığın.
köpeklerin havlamaları,karanlık sanki gölgem gibi peşimden geliyordu.
bu gecede böyleydi.
sustum.
———————————–
her zamanki sabahlardan birini yaşıyordum.
uyanmakla uyanmamanın arasında karar kılamıyordum yine.
bir yandan başım ağrıyordu.bir yandan acıkıyordum.ama kalkacak gücü bulamıyordum kendimde.
vücudumun dörtte üçü dertti.
yeniden uyumuşum.
tekrar uyandığımda ufak tefek tıkırtılar duydum.
kafamı kaldırdım.
yağmur masanın üstündeki sayfaları eline almış inceliyordu.
-bir tomar çöp.
birden gergin bir hava kafesledi beni.vücudum terlemeye başladı.
kalktım.
usulca yanına gittim.altımda şort,üstüm yok.
elindeki sayfaya baktım göz ucuyla
——–
her şey bana çok koyu,
her şey bana, koyu haline bürünmüş bu gece,
en son gülüşümden yirmi yıl geçti,
her şey, ben gibi çürüyor
bu gece.
——–
“hepsini sen mi yazdın ?” dedi.
“ııı evet.”
“buradaki yağmur ben miyim ?”
“anlayabilmen güzel.”
“senle gelmek zorundayım.”
“değilsin.”
“evet öyleyim.”
“gerçekten istediğin için gelmeni isterdim.”
sustu.
söylemem gereken bir şey yoktu.konuşmaktan bıkmıştım.
söylemem gereken her şeyi söyleyip tükürmüştüm.
duşa girdim.
çıktığımda hala bekliyordu.
giyindim.
para dolu olan çantayı yatağın altından çıkardım.
“öyleyse gidelim.”dedim.
tüm dünyayı yaksam,
bir tek ikimiz kalsak yine inanamayacaktım beni sevdiğine.
ben onu zorla almıştım.o bana gelmemişti.
evine gittik.eşyalarını topladı.çantasını aldı.
evdekilere ne uydurduğunu bilmiyordum.derdim de değildi.
indi aşağıya.aldım çantasını.bagaja attım.
bindik.gazladım.
-stone sour-taciturn çalıyordu arabada.
“kaptan’ın hikayesi ne ?”
“uzun.”
“anlatsana.”
“çocuğun birisi bir kıza aşık oluyor.mektuplar gönderiyor kıza.bir yandan ismini vermek istemiyor.isim olarak kendisini kaptan diye tanıtıyor.uzun süre mektuplaşıyorlar.kız her mektubunda fotoğrafını göndermesi için ısrar ediyor.bir gün dayanamıyor ve gönderiyor.daha sonra bir daha mektuplarına cevap gelmiyor çocuğun.hikayesi bu.”
“anladım.”
sustuk yine.uzun süre gittik.ordan havaalanına doğru sürdüm.
indiğimizde ona baktım.
“nereye gidelim ?” dedi.
“bilmiyorum.”
“istediğin her yere gidebiliriz.”
“bu beni hiç özgür hissettirmiyor.”
“Paris olur mu ?”
“olur ama dil bilmiyoruz ki.”
“tercuman tutarım.”
“tamam.”
aldık biletlerimizi.yarım saat vardı ucağın kalkmasına.
havaalanının barına girdik.iki votka-7 söyledim.
o içemedi.içemeyişini izlemek çok zevkliydi.yüzünü buruşturması.keşke gecikme olsa bile diyebilirdim o an.
sonra uçağa bindik.
kulaklığım yoktu.yani zaman öldüremeyecektim.
omzuma yattı.vücudumun her yerindeki taşların birer birer parçalandığını hisssettim o an.
biraz uyuklamışım.
uyandığımızda varmak üzereydik.
“iyi misin ?” dedim.
“henüz bilmiyorum.” dedi.
bizim gibi berduşların en iyi yanı budur.hiçbir zaman geride bir şey bırakamayız.
belki bir aşk,
belki bir kalp kırıklığı.
ama hiçbir zaman bir şeyimiz olmadığı için geride kalan hiç olmaz.
o yüzden biz tanrının göçebe çocuklarıydık.
uçak indi yere.
“bekle.”dedim.
varsın herkes insin.en son biz inelim.hayatım boyunca beklemiştim.
en son aşağıya indik.
yeni bir hayat mı ?
bu muydu insanların uğruna kendilerini sktikleri hayat ?
hiçbir şey hissetmiyordum.
hemen tercüman tuttum
kendimize bir ev tuttuk.
çantasını ve bavulunu aldım.yerleştik içeri.
şöyle bir göz gezdirdim.tek yatak vardı.sorun olur mu bilmiyordum.
olursa gider bir yatak olurdum.
para gerçekten özgürlük demekti.
“bir yerlerde yemek yiyelim mi ?” dedim.
“olur.”
çıktık.taksi tuttum.araba kiralamayı kafamın bir köşesine koymuştum ama.
işlek caddelerin birinde adını telaffuz edemediğim bir restoranta oturduk.yemek söyledik,
konuşmaya başladı.
gezmek istediği yerlerden bahsetti.hepsine götürecektim.
“karavan falan almaya ne dersin ?”dedim.
“sıkıcı.”
“istediğin her yere gideriz.”dedim.
benim için hava hoştu.eyfel kulesini evimin önüne dikseniz yine anlamsızca bakardım.
“aslında karavan olabilir.”dedi
“tamam bir ara alırım.”
“bu kadar parayı nerden buldun ?”
“bu sefer ben tanrıyı hakladım.”
yemekler geldi.yemeğimi yemekten çok onu izliyordum.
kırmızı şarap istedim ayrıca.yemekten biraz yedim.
sonra şaraba yöneldim.o hala yemeğine devam ediyordu.
peçete alıp verdim.bardağına su doldurdum.benim için tadılamayacak bir zevkti.
kalktık.yüklü bahşiş bıraktım masaya.
tanrı kadar merhametsiz olamıyordum.
neyse.
biraz dolandık.köprülerin falan üstünden geçtik.
benim için çoğu şey gibi bu da anlamsız geliyordu.
ama değerdi bu hisse.
kaybolduk.güç bela evin yolunu bulabildik.büfeden içki aldım.biraz atıştırmalık.
eve girdik.
o duş almaya gitti.ben kendime içki koydum.müzik çalardan black lab-this night açtım.
kanapeye yayıldım.
çıktı duştan.giyinmeye gitti.giyindikten sonra yanıma geldi.
“ister misin ?”dedim bardağı göstererek
“olur.”dedi
tekilayı açtım.mutfaktan bardak buldum.tam karşısına oturdum.
ben barmenliğini yapmaya başladım.ben doldurdukça o içiyordu.bende onu izliyordum.
tabi içerek.çenesi düşmeye başladı.hem dinleyip hem doldurmaya devam ettim.sarhoş olmuştu.
gülüyordu sürekli.bense oturduğum yerden izlemeye devam ediyordum.sonra gerçekten onu yatırmam gerektiğini fark ettim.
“bence yeter.”dedim.
bir şeyler geveledi ama anlayamadım.sonra kucakladım yatağa yatırdım onu.
gittim kendime viski koydum.penceye çıkıp bir sigara yaktım.ayışığını görüyordum.
beni izliyordu.
dipledim.yanına gittim yağmur’un.üstünü örttüm.
“dur”dedi.
“noldu ?”
“gitme yat.”
“tamam.”
yanına uzandım.başını göğsüme yasladı.ellerinden tuttum.nefes alıp verişini hissedebiliyordum.
uyumuşum huzurla.
sabah uyandığımda yıllardır hissetmediğim kadar iyi hissediyordum.o hala uyuyordu.
duş aldım.
uyanmıştı.
“kahvaltıya gidelim mi ?”
“olur ama on dakika ver bana.”
“tamam.”
sigara yaktım.hazırlanıyordu.
geldi.
beyaz elbisesiyle parıldıyordu.
“gidelim.”dedi
taksiye bindik.bir kafeye oturduk.kahvaltı istedik
ben üstüne kahve istedim.
sonra kalktık ordan.
eyfel kulesine gittik.
altında fotoğraf çekildik.uzaktan çekmesini söylemiştim.uzaktan katlanılır hissediyordum kendimi.
“gitme vakti gelmedi mi?” dedim.
“sanırım.” dedi.
gözüme siyah bir araba ilişip duruyordu.üçüncü kez görüyordum sabahtan beri.
benim gibi şizofreniye meyilli biri için katlanılmaz bir durumdu.
eve gittik.giderken gazete aldım.
sonra oturduk.
“yazmana engel oluyor muyum ?”dedi
“hayır tabiki.”
balkona çıktık.şehri izledik yüksekten.
“karavan tutmaya gidiyorum.”dedim.
“tamam çabuk gel.”
çıktım.tercumanı aradım.
“bana bir karavan bul.havaalanından geçerken sorun olmaması için ne yapmam gerekiyor öğren.bir an önce topuklamak istiyorum.”
“tamam dönerim ben size.”
bir sigara arası kadar sürdü araması.
“tamamdır.sana adresi mesaj olarak yollayayım oraya gel.”
“tamam.”
bulmak için uzun süre uğraştım lanet yeri.en sonunda buldum.tabelasında sarı karavan vardı.
göze hoş geliyordu.
girdim içeri.
“hoşgeldiniz.”dedi siyah takımlı,göbekli ve ucuz puro tüttüren bir adam.
ben 50 dolarlık puro içiyorum g.t dedim içimden.
“teşekkürler.”
“buyrun oturun.”
oturdum.
“lütfen evraklık işleri geçelim.karavanı 1 haftalığına kiralamak istiyorum.eğer uzarsa telefonla arayıp ek ücret yatırırım.”
“hızlısınız Bay Henry.”dedi
bir şey demedim.
“tamam şurayı imzalarsanız yeterli.”dedi.
imzaladım.parayı verdim ve anahtarı aldım.
hemen çıktım oradan.
karavana bindim.evin yolunu tuttum.
içeri girdim.yoktu.
telaşlandım.telefonla aradım.
“nerdesin ?”
“alışveriş yapıyorum birazdan gelirim.”
“tamam almaya geleyim mi ?”
“gerek yok.”
kapattım.kendime viski koydum.sigara yaktım.bekliyordum.
odaya gidip çantanın içine birkaç kıyafet doldurdum.
aldığım gazeteye göz gezdirdim.gazeteler tam bir kelime kusmuğuydu benim için.eli olan herkesin yazması o kadar katlanılmaz bir şeydi ki.
zaten gazete fransızcaydı ve ben anlayamıyordum.fotoğraflara falan baktım.kafenin birini patlatmışlardı burada.
kapının açıldığını duydum.elinde bir sürü poşetle girdi içeri.
“naber ?”dedim.
“iyi,yardım eder misin ?”
aldım elinden poşetleri.çantasını hazırladı.bekledim bir süre.
yola çıktık.
ben sürüyordum.elimde bir harita,tam olarak nereye gittiğimden emin olamadan.
o durmadan fotoğraf çekiliyordu.arabayı ters yöne sürmeden fotoğraf karesinden çıkmaya çalışıyordum.
ama ters yöne sürmekte akıllıca bir çözüm olabilirdi.
uzun süre gittik.uyuyakalmıştı.
mola verdim bir yerde.dışarı çıkıp bir sigara yaktım.
sonra arabayı uygun bir yere çekip bu gecelik kamp yeri yapmaya çalıştım.
yağmur’u ön koltuktan kucaklayıp arkaya yatağa yatırdım.içeriye ilk kez göz gezdiriyordum.
banyo bile vardı.
bundan yıllar önce mevsimlik iş yaparken günlerce yıkanamadığımız günler oluyordu.
evrimimi çıplak gözle izliyordum.
yağmur’un yanına usulca yattım.uyumaya çalıştım.
——
uyandım.dişlerimi fırçalamak için çantanın içinden fırçamı aradım uzun süre.
bulana kadar hevesim kaçtı zaten.
hemen yola koyuldum.
Rob Sahili’ne yaklaşmıştım.yani harita öyle söylüyordu.
kamp alanına doğru girdim.karavanı uygun bir yere park ettim.
uyandırdım yağmur’u.
“geldik canım,günaydın.”
“günaydın.”
yüzündeki beyaz saten gecelik gülümsemesini attı bana.
dışarı çıktım.
yapılacak işleri hallettim.kamp izni için kimliklerimizi gösterdim görevliye.
kahvaltı ettik cafe bölümünde.
sonra sahile doğru yolculuk yaptık.
“ben biraz güneşlenmek istiyorum.”dedi.
“olur.”
şezlong aldık.
kumsallardan nefret ediyordum.küçükken ailecek tatile gittiğimizde bile en çok sıkıldığım yerlerden biriydi.onlara ait değildim.buraya ait değildim.
denizin sığ yerinde kaslarımı sıkıp gösteriş yapmak anlamsız geliyordu.
göstereceğim bir şey yoktu.
neyse.
karnımız acıkınca ve hava kararınca restoranta gittik.yemek ve şarap söyledik.
“burdan çıkınca club’a gidelim mi ?” dedi.
“hayır.”
“neden ?”
“çünkü gitmemiz için hiçbir sebep yok ?”
“senin için çürümüş,farkında mısın yola çıktığımızdan beri hiçbir şey yapmadık.sanki ruhun ölmüş vücudun aküyle çalışıyor.”
“ne yapacaktık ki ? ne yapmak istiyorsun ?”
“senle hiçbir şey yapmak istemiyorum.ben neyi seviyorsam sen ondan nefret ediyorsun.
hatta nefret bile etmiyorsun.senin bir şeyler hissettiğinden bile şüpheliyim.bütün gününü yatakta sigara içip duvara bakarak geçiriyorsun.”
bunu söylerken bıçağı tuttuğu eliyle masaya vuruyordu.su bardağından taşan bir damla suyun bardağın dibine doğru usulca süzülüşünü izledim.
en dibe doğru
aynı ben gibi.
“istediğini yapabilirsin.beni oraya sokamazsın ama.”dedim.
“geleceksin !”
“sktirgit.”
masadan kalktı.elinden bırakmadığı bıçağı fırlatacağını hissettim.elimle siper ettim yüzüme.
elimin kıyısından çizerek geçti bıçak.
kalkarken bıraktığı hatırasıyla o giderken arkasından izliyordum.
o giderken izlemeyi severdim.yalpalayarak yürüyüşünü izlerdim mutlaka.
ucuz bir dairede karın tokluğuna sabah akşam kendini paralarken böyle zevkler tartışılmazdı mutlaka.
cebimden birkaç para çıkarıp koydum masaya.bakmadım bile ne kadar koyduğuma.az olmadığından emindim.
çıktım restoranttan.karavana doğru gittim.
karavan yerinde yoktu.alıp gitmişti.hem taşaksız hem beş parasız kalmıştım.
anahtarları ona vermekle iyi bir şey yapmamıştım.para çantası bile karavandaydı.kim bilir ne zaman gelecekti ?
tanrı intikamını alıyordu galiba.
bu gece bitmeyecekti.bara gitmekten başka çare yoktu.
bar aradım bir süre.en sonunda saçma sapan bir bara girdim.boktan bir club havasındaydı.
takım elbiseli mafya herifler her köşede dikiliyordu.barmene gittim.
“bana duble viski.” dedim.
“tamamdır dostum.”
böyle başladı gece.orda kaç saat durup ne kadar içtiğimi tam hatırlayamıyordum.çişimin geldiğini ve sarhoş olduğumu anlayınca oradan çıktım.ağaçların sık olduğu bir yere işemeye gittim.
geri döndüğümde içerideki takımlılardan iki tanesi dışarıda bekliyordu.bana baktılar.
başımın belada olduğunu hissettim.
bağırdı
“dostum buraya gel ?”
emir almaktan nefret ederdim.
“sktir lan.”
koşmaya başladılar.benim için fazla ayıktılar.deli gibi korkuyordum.
enseme bir şey indi.
ÇAT !
———-
ayıldım.
her yanım zonkluyordu.
ellerim bağlıydı.anca ayılıyordum.o iki takımlı başımda bekliyorlardı.
bir tane salladı suratıma.
“uyandı o.çocuğu.”
güldüm.
saçımdan çekti ve yüzüne doğru doğrulttu kafama.
yumruğunu göstererek
“dostum Dünya’da gelmemen gereken tek yere geldin.”
diğerinden daha irice olan takımlı içeriye gitti.bir şeyler sürüklemeye başladı.
tercümandı sürüklediği şey.yüzü kanlar içindeydi.
irice olan konuşmaya başladı.
“şehir şehir peşinizden koştuk.gittiğiniz kafeyi bile patlattık.ama çok iyi kaçtınız bizden.
Bay Shaw’un parasını çalmakla intihar etmek aynı şeydir dostum.”dedi.
“ne diyorsunuz lan siz ?”
cebimden paraları çıkardı.
“dediğim bu lan.bu paraları patrondan çaldın.ve bedelini ödeyeceksin.paraların hepsi kodla işaretliydi.paraları takip edip seni arıyorduk ama sen bizim kucağımıza düştün.”
“ben para falan çalmadım !”
“onu patrona anlatırsın.”
sustular.beş dakika sonra patron içeri girdi.kısa boylu,şişko bir adamdı.iğrenç bir keli vardı.
yanıma yaklaştı.
“paramı nasıl çaldın ?”
“ben para falan çalma…”
ÇAT.
tam burnuma.
“bu parayı bana biri verd…”
ÇAT.
bu dudağımı patlattı.
“BİR DİNLE LAN.”
konuşmaya başladım.
“ben bir düğünde garsonluk yaparken Burner adında bir adam bana bir poşet verdi.ben para falan çalmadım.paranın kimin olduğun bilmiyordum allah aşkına.”
gülmeye başladı.kahkahalar atıyordu.zevk aldığını tiksinerek izliyordum.
o kadar çok gülüyordu ki en arkadaki azı dişini bile görebiliyordum.
kalktı ve yanıma geldi.
gülerek
“anca bu hikayeyi mi yazdın lan.”
“yemin ediyorum doğruyu söylüyoru…”
ÇAT.
arkasını döndü.adamlarına bakarak
“bunu ve yanındaki kızı halledin.parayı geri getirin.”
“SKTİR LAN KIZ FALAN YOKTU !”
ÇAT.
odadan çıktı patron.takımlılar yüzüme doğru baktı.
“senle baya eğleneceğiz.”
cebimdeki bıçağa ulaşmaya çalışıyordum.yağmur attığında cebime koyup saklamıştım.
kavga etmek için.
zar zor alabildim.fark ettirmeden ipi kesmeye çalışıyordum.
benim için ölüp ölmemek hiçbir şey fark ettirmiyordu.
nefes alan,yiyip içen bir ölüydüm zaten.
zorladım.ip kesildi.
fark ettirmemeye çalıştım.
daha iri olan yanıma geldi.silahını alnıma dayadı.
“kızın adı ne ? “dedi.
“annene sor.”
aniden kalkıp bıçağı kasıklarına sapladım.çıkardım bir daha sapladım.
çıkarıp diğerine fırlattım bıçağı.denk getiremedim ama yere düşmüştü takımlı.
iri olanın silahını alıp ateş ettim.vuruldu.yanına gittim.sesi soluğu çıkmıyordu.
“ölmüş.”dedim kendi kendime.
sonra topukladım oradan.sokağa attım kendimi.
tam koşmaya başlıyordum
ÇAT.
yere düştüm.
karnımdan vurulmuştum.elime baktım kan.bana doğru sendeleyerek koşuyordu takımlı.
silahı doğrulttum.
ÇAT.
tam beyninden.beynini yere akıtmıştım.beyni olduğuna şaşırmıştım.
yere düştüm tekrar.
bir yerden bardak sesleri geliyordu.yakınlarda bar vardı sanırım.
elimle yarama bastırdım.
kalkmaya çalıştım.
sendeleye sendeleye seslere doğru gittim.
küçük bir bardı.ceketimin önünü ilikledim kanı gizlemek için.
başım dönüyordu.
ölüyordum.
tabureye oturdum son gücümle.
“bana viski ver.şişe kalsın.”
cebimdeki paraları koydum masaya.
biraz kan vardı üstünde.
barmen paralara baktı.garip garip yüzüme baktı daha sonra.
“dostum iyi misin ?”
“evet.”
“bu parayla on şişe alırsın.”
“ihtiyacım olmayacak.”
bardağa doldurdum.dipledim.
yalnız
bir başıma
tenha ve sefil bir taburede.
seviyemi bulmuştum.
ölüyordum.
hayatım boyunca en çok düşlediğim şeydi bu.
canım yanıyordu.
bir kağıt çıkardım iç cebimden.yağmur’a son bir şeyler yazdım.altına adresi ekledim
barmene seslendim.
“dostum bütün para üstünü sana versem bu kağıdı üstündeki adrese yollar mısın ?”
“dostum bu paraya seni bile o adrese yollarım.”
“iyi bir fikir aslında.”
son kez bardağı doldurdum.dipledim.
kollarımı masaya,kafamı kollarımın üstüne koydum.
ölümü bekliyordum.
son kez açtım kulaklarımı.
o bardak tıngırtılarını dinledim.çimlere uzanıp kuşları dinler gibi.
son kez derin bir nefes çektim.
içerideki çirkin ter kokusunu soludum.son papatyayı koparıp koklar gibi.
seviyemi bulmuştum.
ölüyordum.