Ruh ve beden çıkmazında prangalara vurulmuşken biyolojik açlığımın sınırında çürümeye mahkum kılınmış mantığımın son düşüncelerini bozuk para gibi harcıyorum. Sonsuz bir yolculuğa çıkmak, ızdırap veren anıların ağırlığı altında ezilip, büzülürken omuzlarımın çürümüş olma ihtimaliyle vazgeçmeden Polaris’e uzanmak ve her gece ufukta olan o ihtişamlı döngüsüne kapılma düşlerine tohum ekmek için muhteşem bir haz duyuyorum. Küçük bir dairenin içinde çırpınıp duran, milyonların içinde bazılarıyla aynı marjinal düşüncelere komün bir histeri buhranının rüzgarlarında hemen hemen aynı atan kalplerin bir plazması olan bölük pörçük naralar ve çığlıklar. Doğa ana tabutunun içinde mutluluk kahkahaları atan dengesiz ve benciller cemiyetinin matem fiyaskosu için bir araya gelmiş bilinmez delilerin birbirini düşlerinde taciz etmesi ve şaman tütsüsüyle kutsanmış, tanrıya feda edilmiş canlıların içinde son kalan üstün, yalnız ve her an gözlerini kapayıp kendi cennetlerine yükselmek için bekleyen fanilerin, fanileri.
Beş yaprakla başlayan serapların kol gezdiği, bin gözlü formların ellerinde meşaleler ile ateşten yanan çember ve poileri çeviren yerlilerin, şeytanın kılığına bürünmüş beyaz ırkın asla ve asla erişemeyeceği mistizmin adresine yollanmış olan bir adet beyaz zambak kokusunun vereceği kokuyla kavrulan ben.
Bir zerdüşt, bir bektaşi ve hiçlikten yoğrulmuş, anlamların arasında boşluk olan, dur! işte bu, tam olarak burası diye dudaklardan dökülen kelimelerimin filtresiz zihnimde çabasız ve amaçsız ortaya çıkması, en büyük yenilginin kendimin olduğu, yaşamsal faaliyetimin kırılan kemikler gibi acı içinde çırpındığı ben. Hiç kulaklarımdan gitmeyen, berberice söylenmiş bir ninninin tesiri altında yıllarımın Dante’nin sahnesinde oynanırken izleyen seyirci etkisi. Yok oluyorum, hissediyorum. Bir gece ansızın rüya ile gerçeklik arasında yakalamaya çalıştığım ve tam karanlığa ulaşacakken her şeyin ama her şeyin bir anda yerini korkuya bırakması…
Birileri var mı ? Haykırışlarımı duyan, çırpınışlarımı görebilen, hissedebilen birileri var mı ? Kendi canını taçlandırmış ve son yolculuğuna uğurlanırken bir tebessüm ve huzurla cansız bedenini sergileyen güzeller güzeli. Hep sana benzetildim ve şimdilerde hep düşlüyorum seninle hiç konuşmadan yan yana yazabildiğimizi. Devrik cümleler ve bir göl kenarında yıldızların arasından çekip çıkardığımız sadece senin ve benim anlayabileceğimiz ama yaşayanlara en derin tatlar bırakan bilinmeyen bir lisan. Yusuf’un çıkarıldığı kuyu da binlerce yıl öncesinde bir düzen kurmuş, lotuslarla beslenen, balçıktan yaratılmış bedenlerimizin her gece özgürlüğümüze tırmanıp gün doğumuna avazımızın çıktığı kadar bağırabildiğimiz hiçliğin ortasında söylenmiş sözlerimiz.
Karamsarlık girdabının ucunda yelkenlerini indirmiş, mevlana döngüsünün içine çekilmeyi cesaretle bekleyen yüzler. Sonsuz adanmışlığın huzur timsali olmuş bu çehreler, neyden gelen tınının geçidinden geçmeye ramak kala deniz yosunlarına bulanıp, yaşamın kıyılarına vurduklarında, ciğerlerine dolmuş deniz kumlarını kusarken birbirlerine bakıp yaşadıkları hayal kırıklığı. Sadece bir sevgilinin anlayabileceği endişenin yarattığı adrenalinin bir anda bedeninin her noktasını zıplatması ve korku ile merakın arasında o en kötü kabusun yaşanması. Ying ve yang’ın bir türlü dengelenemediği, yol göstericilerin büyük yalanlar ile avuttuğu, ne olursa olsun ayıklanamayan insan selinin masum kurbanları. Fedakarlığın yalnızlık düşleriyle süslendiği bağlılık yeminleri, aidiyet hissi.
Sabah kahvaltılarında ansızın gelen sistem dışına çıkma dürtüleri insan bedenini mühürler mi ? Her şey bir kaderden mi ibaret, yoksa İskender’in aradığı ölümsüzlük gerçek mi ? Bu cenneti vadedenler hep Haşhaşiler mi ?Aynı düşüncelerin defalarca zihnimdeki duvara çarpıp, vadi boşluğunda yankılanan bu ulumalar nereden geldi ?
Bu nasıl bir his ?
Dolunay da çarpılmış olan bu bedenimsinin, gözleri karanlığa çalınmış kelimeleri tükenirken, buğulanmış ruhundan sıyrılan Sami ile,
Yaşam ile,
Son bir duman ile,
Gerçekliğe,
Aşklara,
Rüyalara.