Zamanımızın bol olduğu şu günlerde konsepte uygun olarak hastalık, salgın ve bulaşıcılığı konu eden kitapları derledik.
Veba – Albert Camus
camus’un 1957’de nobel edebiyat ödülü almış romanıdır. romanın içerisinde farklı bölümler var. mesela ilk bölümde karakterlerin etrafında olan olaylar işleniyorsa, onu takip eden bölümde yazar vakanivüs gibi o dönemi, vebanın ve insanların durumunu betimliyor. albert camus’un mükemmel bir betimleyici olduğunu söylemeye gerek olduğunu düşünmüyorum. aşama aşama başlangıçtan bitişine kadar -bir bitiş varsa eğer- hastalığın safhalarını, karakterlerin değişimini, koskoca bir şehrin ve hatta insanların değişimini betimliyor albert camus.
Mahşer – Stephen King
stephen king’in en başarılı kitabı. 20ye yakın esas kahramanı olunca kitap doğal olarak 1400 sayfayı buluyor. epik bir destandır. her destanda olduğu gibi iyiler, kötüler, zayıflar, kahramanlar, divine intervention, çekişme ve iyi ile kötü arasında amansız, zamansız, mekansız bir savaş vardır. king’in randal flagg hariç en bağımsız eseridir. diğer kitaplarına referanslar daha azdır. özellikle larry underwood, mother abigail ve yargıç karakterleri çok etkileyicidir. bir de nick andros ve adını hatırlayamadığım piromanyak karakterler vardır ki kişiyi kendinden alır.
olayların örgüsü, hikayelerin yavaş yavaş birbirine bağlanması ile ayrı bir incelemeye hak kazanmış bir eserdir. frannie goldsmith ile harry ve nadine cross ile larry underwood, yaşlı rita, zoo, shop albayı, nick andros ile geri zekalı adam, ceset gömme ekipleri, elektrik santrali nükleer üs. crowd management, vs gibi yüzlerce kurgu, kişi ve mekanı muhteşem harmanlamıştır.
Antilop ve Flurya – Margaret Atwood
hakkında daha çok konuşulmasını beklediğim, distopya severler için harika vakit geçirttirecek kitaptır. biraz black mirror tarzı gelecek öngörüleri, biraz 1984 tarzı baskıcı otoritelerin karışımı ve çok daha fazlası var kitapta. okuduğum her an nasıl oldu da daha önce okumadım bu kitabı diye düşündüm ama okuduğum zamanın salgın yüzünden kendimizi izole ettiğimiz bir zamana denk gelmesi ise manidar oldu ve belki de bu yüzden daha fazla keyif aldım.
Uzay Mikrobu – Michael Crichton
hastayken bir günde okuyup bitirdiğim ve en son anına kadar gerçek zannettiğim kitap. tartışmasız crichton’ın en başarılı eseri. diğer kitaplarına göre daha gerçekçi olması insanda büyük korku yaratıyor “what if” diye düşünmekten(olur mu olur).
Guillermo Del Toro & Chuck Hogan – Ölümcül Tür
ithaki yayınlarından ölümcül tür adıyla çıkan guillermo del toro ve chuck hogan tarafından yazılan vampir temalı üçleme.
Veba Yılı Günlüğü – Daniel Defoe
daniel defoe‘nun, 1665 yılında londra‘yı etkisi altına alan veba salgınını anlatan eseri.
salgın sırasında beş yaşında olan yazarın, hastalığın londra’da nasıl ortaya çıktığını ve kenti nasıl peyderpey etkisi altına aldığını, hastalığa karşı insanların ruh halini ve tepkilerini, sağlık, ekonomi ve toplumsal düzeyde alınan tedbirleri, hastalığın nedenleri ve tedavi yöntemlerine ilişkin tartışmaları birinci tekil ağızdan anlattığı kitabını, amcası henry foe‘nun günlüğünden yola çıkarak hazırladığı düşünülmektedir. bu yönüyle hatırat mı, yoksa tümüyle kurgu mu olduğu tartışmalıdır. ama herhalde veba salgını, gündelik hayata dair pek çok ayrıntı ve gerçek olduğu ifade edilen hikayeler ile süslenmiş bir biçimde yansıtılır.
Kolera Günlerinde Aşk – Gabriel Garcia Marquez
aşık olmakla kolera olmuş olup karantina bayraklı bir gemide karanlık bir nehrin içine doğru süzülüyor olmanın aslında ne kadar paralel durumlar olduklarını hatırlara getiren güzel bir marquez kitabı…
The Book of M – Peng Shepherd
uzun zamandır en çok etkilendiğim kitaplardan biriydi. “dünyanın sonu geliyor herhalde” diye düşünüp endişelendiğim bu karantina günlerinde okuduğum için midir nedir bilmiyorum ama son birkaç haftadır dünyanın geldiği durumu gördükçe kitapta yaşananlar çok daha gerçekçi görünmeye başladı gözüme.
“gölgesizlik” temasını işlemiş yazar. distopik bir kurgu. insanlar gölgelerini kaybediyorlar ve bununla birlikte bütün anılarını, sevdiklerini, kendilerini hatta en sonunda yemek yemek, tuvalete gitmek gibi en temel ihtiyaçlarını bile unuttukları bir noktaya geliyorlar. yavaş yavaş bu illete yakalanan insanların artmasıyla dünyanın yok olmanın eşiğine geldiğini görüyoruz. her şey önce yavaş yavaş başlıyor. gölgesizliğin uğramadığı ülkeler, şehirler olayları uzaktan izliyor. önce kimse pek önemsemiyor, ta ki onların da başına gelene kadar…tanıdık geldi mi?