Sahilde oturan yalnız bir adam etrafında uçan bir kelebeği kovaladı. Her şey böyle başlamıştı çünkü , kelebekler uçamazdı istediği gibi. Deniz önce adamı daha sonra kelebeği sarp kayalara savurdu. Kelebeği kovaladığını sanan adam dizlerinin üzerine çöktü ve tek solukta yitirdi tüm keşkelerini avuç içlerindeki yaralara bakarak.
Halbuki açsa ellerini ve kaldırsa kollarını sonsuz , bir kelebek iyileştirmez miydi onca kesiği ? Kelebeklerde öper , adam habersiz.
Üşüdü adam , kalktı çöktüğü yerden. Kelebek çoktan ölümü beklemeye başladı tutunduğu kum taneleri üzerinde. Üşümek eksilmektir biraz , dedi içinden.
Eksile eksile döndü keder kokan mahallesine. Hiçbir kelebek 1 günlük ömrünü harcamaz böyle mahallelerde. O yüzden hiç ışık almıyor evlerin içleri. Sokak yalnız asfalt ve kadınlar hala siyah. Rivayete göre , çok şair ölmüş böyle evlerde. Kim alsa kalemi eline , önce yarıklar belirmiş ellerinde , sonra ruhları terk etmiş hepsini kalemleriyle birlikte.
‘Şair öldüren sokağı’ denmiş zaman içinde. Halbuki gerek yoktu birkaç dize için elleri kan gölüne çevirmeye. Uslanmaz insanlar , şair olurlarmış, uslanmasın diye hiç aşklar.
Adam uslanmaz dertlerle boğuşuyormuş. Bu yüzden kovalamış kelebeği. Hiçbir güzelliğe tahammül edemezmiş. Bu sokak böyle kırmış bu adamın kalemini. Tüm siyahlar bir araya gelirse yeni bir renk yaratabilir mi diye soruyor kadınlar , erkekler gecikmeden yanıtlıyor ; tüm siyahlar bir araya gelirse karanlık katleder yeni doğan renkleri. Kadınlar önce koşuyor , kaçıyor. Çarpıyor biri duvara , çarpıyor beride ki , bir adama. İçlerinden biri bağırıyor avazı çıktığı ve sesi tellerini terk edene kadar , hiçbir kelebek istenmiyor , bu ütopyada !
Şehir burnundan soluyor sanki. Kabullenip eve çekiliyor ahali , birileri durmuyor sokakları karış karış edip haykırıyor. Sokak isimleri yaşanmışlıktır diyorum , inanmıyorlar. Bir eve de ben sokuyorum başımı. Bedenim sığmıyor , çok fazla şey taşıyorum ceplerimde. Bıraksam evin tadı olmayacak , yanıma alsam sığamıyorum 4 göz odaya. Düşünmüyorum üstüne çok. Ben zaten düşünmem öyle pek. Siyahı sorgulamam , beyazlada tanışıklık etmedik hiç.
Ahmak kelebek !
1 günlük ömrünü ne diye gelip burnuma konarak geçirirsin , gidip neden takılmıyorsun bir kadının Yasemin kokan saçlarına ! Şu sıralar kelebekler aşk nedir bilmiyor , utanmıyorlarda üstelik. Ben öğretirdim onlara ama elim kalem tutacak olursa , ölürüm. Aşk yazılmadan nasıl anlatılır bilmiyorum ben. Bu sokağı yaşamak için terk etmeye hazır değilim ama yazmadan da kursağım da biriktiriyorum ciğerimden gelen nefesleri. Birazdan düşünmem gerekecek , bu yüzden uykuya sığınıyorum. Ekmek kadar zor bulunuyor uyku , adam farkında ama annesinin göğsüne sokulası geliyor geceleri. Annesi, toprağı göğüsleyeli olmuş bir kaç yıl. Birde buna ağlayacak sabahları. Geçen yaz mezarının kenarlarına ektiği fesleğenleri susuz bırakmış tüm kış , annesine nasıl anlatır onunla birlikte çiçekleri de ölüme mahkum ettiğini ? Aslında anlatır tek solukta. Bu adam bir duvar örmüş yıkıntılardan , kalabalıklardan. Kendi cevherini bu duvarların en kalın betonunun altına hapsetmiş yıllar evvel. Bir kadın farkettiğinde sol yanındaki cevherin yokluğunu , kadın güzel güzel el sürdüğünde yüzüne. Benim hiçbir güzelliğe tahammülüm yok diyememiş ve soğuk betonlarda aramış çareyi.
Bu mezar kaç kişilik diye düşündü adam. ?!
Annem , fesleğenler , kadınlar. Yaşamaya dair ne varsa girmiş yedi kat yerkürenin dibine. Kelebek geldi aklına. Ne zaman ağlasa bir kelebek çizermiş ufacıkken duvarlara. 20 yıl geçmiş aradan ne zaman ağlasa bir kelebek çıkıyor göz pınarlarından. Hafif nemli topraktan çekti yüzünü ve kelebeğin peşinden gitti adam. Ne vardı ? Herkes bir şeylerin esiri değiş miydi , herkesin korkuları , pişmanlıkları ve ketenden yapılmış çocuklukları yok muydu sanki ? Bir kelebek bir ömürle özdeşemez biliyorum ama yüzüme benziyor benim. Aynada gördüğüm çizgilere. Ben bir kelebek çizdim bir yerlere artık kaderim uçarı bir hergele.
Ne önemi vardı , iki kol , iki bacağın. Ne kadar yer edindik ki dedi adamın teki.
Hak verdi bizimki. Devam etti adamın teki, güzellikler unutulacak kadar mazi mi ? Siyah beyaz fotoğraflara kadar dayanır mı tarihi ? Şayet öyleyse. Dar gelecek bir döşek.
Çünkü neleri gördü, ihanetleri ve derin uykuların dinginliğini. Dinleyin , siyaha henüz doyamamış kadınlar ; burası kendilerinden başka hiç kimseyi sevmeyen , yiğit duruşlarının altındaki yıkıntıları görmezden gelen ve kelebeklerin öpüşünden habersiz adamların ülkesi !
Buraya hiçbir kelebek giremez. Şair öldüren sokağı tarihinde hiç şahit olmadığı bir şey yaşıyor tam bu zaman. Kırmızılar içinde bir kadın geliyor koşar adım. Ben bu telaşlara bir soluk , döşeklere gül kokusuyla beyaz bir ten oldum, diyor kadın. Delirmiştir diyor sağdan soldan birileri. Ben kelebeğim , inanmıyorlar.
Adam gözlerine dokunuyor , yaşlarını siliyor hafifçe. Kırmızı birden zifirileşip karanlığa dönüyor. Anlıyor adam, inanmıyor ama. İnançsızlık bir çağ hastalığı çünkü. Bir kelebek ısrarlar ömrünü , benim cevherimi aramakla geçirmek istiyor.
Telaşa kapılıyor , tahammülsüzlüğü artıyor. BEN diyor. Ya eksilirsem ?
Bir hışımla fırlıyor yerinden, kayalıklara gidiyor. Dizlerine çöküyor , annesi , fesleğenler ve kadınlar için ağlıyor. Hıçkırıkları kırgın çocukluğuna karışıyor. Yaşlı gözlerini silmeyecek. Ona en çok zarar vereni bekliyor adam.
Kırmızı kelebek , yavaş ama telaşla konuyor adamın minicik burnuna. Tüm kin, tüm öfke iki kanadına yükleniyor kırmızının.
Adam susmuyor , daha fazla , daha fazla. Kelebek yalpalasada sıkı sıkıya tutunuyor burnuna. Adam içindeki zehri akıtamıyor. İki avcunun arasına alıyor kelebeği.
Kelebeklerde öper , adam habersiz.
Kapıyor avuçlarını , kenetliyor parmaklarını.
Toza dönmüş kırmızı. Şair öldüren sakinleri , avuçlarından üflüyor adamın sonsuz kederini.
Bir daha gelmiyor kelebek. Adamın gözlerinden dökülenler sele dönecek olsa bile.
Bu mezar kaç kişilik diyor siyah bir kadın. ?
Adam ses vermiyor