Bir varmış bir yokmuş diye başlayınca cümleye, mutlu sonla bitmiş bir masal gelecek sanır insan. Ve nedendir bilinmez masalların mutlu biteceği yalanına kanmışızdır hiç tereddüt etmeden… Oysa bir var bir yok olan insanın ta kendisidir. Hayalleri, planları, umutlarıdır… Belki de bu yüzden yüreği kırılmak nedir bilmeyen, daha küçük masum bir çocukken anlatılmaya başlanır düşleri pespembe saran o süslü cümleler. Büyüdükçe, düştükçe dizlerinin üzerine keşke dersin. Keşke hayatta masal kadar pembe olsa…
Ne hayaller eskittim şu hayat yollarında Kaç tel ak düştü bilmem, solmuş saçlarıma Ahım yok, kahır etmem taş olmuş bağrına Bilirim gerçek olmayacak bir masaldı benimkisi.
Ritmi bozulmuş anlamsız melodiler gibidir bundan sonrası. Gerçeklerle hayallerin o büyük savaşı, gecelerle gündüzleri birbirine karıştırmaya yetecek kadar gürültülüdür. Kalbi yeşil kalmayı becerebilmiş her insanın vardır böyle dönemleri. İşte o dönem olgunluğun kazanıldığı ilk yaraların sarıldığı dönemdir. Artık büyümeye başlar, size gösterilen yüzlerin aslında görüldüğü gibi olmadığını anlarsınız. Peki, yanınızda sandığınız, sevgisine güvendiğiniz insanlar yerlerini boşluğa bıraktığında onları suçlamayı bir kenara alıp, ben ne kadar gerçeğim diye düşünmek geldi mi aklımıza?
Hepimiz hazır senaryolara sahiptik. Duygular çoktan enjekte edilmişti. Mesela… Yüzene gülen kişi dosttun olacaktı sadece başın çok sıkıştığında çalacaktın kapısını. İyi vakit geçirdiğin kişiler arkadaşın olacaktı, canın gülmek mi istedi? Onlara koşacaktın. Sana çiçek getirip seviyorum nameleri atana sevgili denmeliydi. Yoksa kim kime çiçek vermek için para harcasın ki… Bu kadar basitti işte duygu denen bilmece. Aramızda hala bunların farkında olmayanlar vardır mutlaka. Belki duyguları kalıp haline getirerek yaşamak daha kolaydır belki de fark edip kabullenmelerinin vakti vardır. Sonuçta hiçbir gerçek sonsuza kadar kilitli kalmaz antika sandıklarda.
Neyleyim dünyanın sahte gülüşünü
Özlerim gölgemde kuşların ötüşünü
Meğer ne güzelmiş sevmenin tadı
Kararmış gönül görmeyi unutmuş.
Değmezmiş hayat gözyaşı dökmeye
Üç günlük ser için yardan geçmeye
Meğer ne güzelmiş çocuğun sesi
Kırılmış gönül duymayı unutmuş.
Korkuyoruz. Gelecek kaygısıyla donanmış, zırhlı duvarlarla çevrili küçük dünyamızda yalnız kalmaktan korkuyoruz. Bilmiyoruz ki asıl yalnızlık kendimizi kaybettiğimizde başlayacak. Ben olmaktan çıkıp, sırf birileri sevsin diye başkası olmaya çalışırken, ne kadar da yorgun düştüğümüzü, onca çabaya rağmen yalnız kaldığımızda anlayacağız. Tabi ki birbirimize ihtiyacımız var. Özellikle sevmeye ve sevilmeye… Ama önce kendi kendine yetebilmeli insan. Sırtını illa bir yere yaslamak zorunda hissetmemeli. Herkes en az senin kadar hatalı senin kadar güvenilmez. İçinde saklanan benliğini bulduğunda gerçek duygularını da bulmuş olacaksın… İşte o zaman günbatımı kızıllığı, yerini güneşli maviliklere bırakacaktır.