Karıncanın yazdan kalma topladığı çekirdek kabukları, köstebeğin özenle seçtiği pancarlar..
Karıncaları gözlemledimse de hiç köstebek görmedim, pancar ise bir yahut iki kez değdi nazarıma, bu satırlar bir şiirden alınmış olabilir yahut bir hikayenin başlangıcı olabilirdi. Fakat şimdi burada böylece durmalılar, duruyorlar.
Gözlerin satırlarda gezinmesinden ibaret olmamalı okumak. Bir manzara seyrinde aklın bükülmesi gibi, misafir ağırlamak gibi geliyor benim için esasen. Fakat kalabalığım ve yalnızlığım sebebiyle çok ilişemediğim bir eylem. Yine de nazarım değdiğinde artık okumak satırlardan kişilere, kişilerden gökyüzüne ve yeryüzüne varıyor, sindiriyorum. Fakat Uzun süredir hazmı zor satırlara çokça maruz kalıyor tatlı tadını duyumsayamıyorum. Bir süredir satırlar yerine notaları okuyorum, mecazen elbette.
Tanımadığım biri misafirim oluyor birkaç zamandır.
Her birimizin hayatına birileri tanımazken misafir oluyor elbet ancak bu seferin güzelliği tanıma eyleminin gerçekleşmiyor oluşu. Arka bahçem gizemli hala. İlk kez bir başkasının bahçesine misafir oluyorum.
Burada sezinlediğim iki büyük kuyu ve bir büyük karınca yuvası var. Halen okuyorum, o yüzden verilerim doğru mu bilmiyorum; ama kuyuların yalnızca dibi ıslak ve suyu bulanmış. Bir yerlerde yeni ve temiz bir tanesi daha olmalı diye düşünüyorum. Keşke eski ve kuru kuyular dikiş tutsa.
“Derin kuyular kazılmalı, temiz sular istendiğinde” sözü ilişiyor aklıma, fakat elbette “derin sular tekin değil” diye devam ediyor arka planda sözler. Hiç satır olmadan imgesel bir okuma eylemine başlayalı ben misafirimi tanımaya bir adım atsam on adım gerisine geriliyorum. Hamle sırası gelmeden yeni bir adıma yeltenmiyor, küçük küçücük ama emin ilerliyorum. Ve yalnızca; keşke eski ve kuru kuyular dıkiş tutsa, diyebiliyorum.
Oysa ayna nöronlardan beri “seninle beni ayıran belki de yalnızca derimizdir” diyebiliyorduk. Yine diyebiliyoruz elbet, fakat o “yalnızca”ya neler sığıyor, insan hayret ediyor.
Hayret edebilmek bu denli güzelce şekil buluyorken kalabalığımız ve yalnızlığımızda satırlardan uzaklaşıyoruz, bir yüzdeki, bir şarkıdaki, bir resimdeki, bir hayattaki sözlü yazılı ve sözlü yazılı olmayan satırlardan.
Fakat öyle geliyor ki bana yeniden kuyular kazılabiliyor, yeniden okuyabilmeye fırsat doğuyor. Kuru bir kuyunun dibinde zihnimizi azad edip hareketsiz bir bedenle kalakalmak kimice bir terapi gibi geliyorsa da, okumaya küsmeyi bırakın varlığını unutacak olsak da asla dinmiyor aslında bu eylem. Bazen paragraflar boyu tasvirlerde kalakalıyor aynı satırları tekrar tekrar okuyor gibi kuru bir kuyunun dibinde duruyor merdivene uzanmıyoruz bile bazen. Nazarımızı neler süslüyor? Karanlığa direnen bedenimize karşın karanlığa meftun olmaya yeltenen bu hallerimizde aynı satırları okuyup okuyup anlayamıyoruz belki.
Fakat bana öyle geliyor ki yeniden kuyular kazılabiliyor, ama derin ama sığ. Ve o merdivene elbet ulaşılabiliyor.
Nazarımızı neler süslüyor?
Karıncanın yazdan kalma topladığı çekirdek kabukları, köstebeğin özenle seçtiği pancarlar..
Keşke eski ve kuru kuyular dikiş tutsa.