“Keşke”lerle örülü yüksek bir duvarın üzerinden bakıyorum hayatıma. Bazen atlamak geliyor içimden keşkelerimle birlikte. Her şeyin son bulacağını düşünüyorum o duvarın dibinde. Ne yarım kalmış sözlerim, ne çok bilen insanlar, ve ne kadar çok seversem o kadar sevilmeyecek insanlar… Keşkeler akan cesedimi polisler incelerken düşünüyorum sonra kendimi. Etraftaki meraklı kalabalığın arasından kulak tırmalayan bir ses “ne var ne olmuş, neden atmış kendini ?” diye soruyor. Öbür kulak tırmalayan ses cevap veriyor, “keşkeleri çok fazlaymış dayanamamış, baksana zaman akıyor hala gözlerinden”. “Vah vaah, kim bilir ne keşkeleri vardı, bu kadar zaman biriktirmiş, ve dayanamamış.” diyor beriki.
Hayatımın keşkelerini anlatamadım kimselere veya anlamadılar. Hep tek başıma oturup düşündüm keşkelerimi keşkelerimle… Keşkelerime derman aradığım, aklımın ermediği zamanlar oldu. Gençtim ve belki de tanımıyordum henüz hayatı, baş edeceğimi zannederek uyanıyordum her yeni güne ama akşamları hep aynı sessizlikte geliyordu koyu karanlıklar. Ancak ben sessizliği hiç duyamıyordum ki! Kulağıma gelip misafir olan uğultunun günden güne aklımı ve ruhumu öldürmesine şahit oluyordum. Her gece yalnızca karanlıklar ve ömrümdeki diğer her şey yan yana geliyordu odamda. Başarabilirim sanıyordum.
Sonra sonra anlamaya başladım keşkelerin yıldırım gibi düştüğü aklımı. Kronik keşkelerimle bitirecektim geriye ne kadar zaman varsa. Şaşkındım, kararsızdım, belki umutsuzluğu o günlerde tanıdım. Halime acımış gibi yanaştı yanıma umutsuzluk, dostum oldu bırakmadı hiç beni en günlü günlerimde bile.
Futboldan, sinemadan, sevgililerden, paradan konuşurken yanımdakiler onlara bakıp hipnoza girmiş gibi kalakaldım. Dahil olmaya çabaladıkça olduğu gibi yaşamayı becerenlerin iklimine, bir şey beni hep dışarı itti. Lafın kısası anlamadım kimseyi. Aynı dili konuştuğum insanlar henüz yeni keşfedilen bir kabilenin dilini konuşuyorlar gibi, bakakaldım yüzlerine. Gittiğim her kalabalıkta, bir o kalabalık vardı birde ben vardım, ayrı kaldım. Şimdi ne konuştuğum dili anlayan var, ne de anladığım dili konuşan biri. Yeni bir dil öğrenecek sabrım da kalmadı üstelik. Öğrendiğim her yeni dil ile yeni bir dil çıkıyor karşıma. Anlamaya çalıştıkça ben, anlayamıyor kimse. Oysa ne kadar basit ne kadar yalnızca olduğu gibi. Vefasızlıkla donanmış ama samimi cümleler başladığında biliyorsun her cümlenin sonunu sanki. Yürümeye erken alıştırılmış bir çocuk gibi ölmeyi öğreniyorsun yalnızlıktan. Önemsiyor gibi yapmak doğru olmasa da önemsemediğinde beş paraya etiketleniyorsun dost pazarlarında. Derdini dert zannedenlerin, kar boran ömrün için akıl vermeleri aklını kaçırıyor bütün sohbetlerden, duramıyorsun bir yerde. Durmuyor hiçbir yerde aklın, ruhun artık. Duramıyor zaman senin istediğin bir yerde, kısacık bile olsa. Kimse duramıyor kalbinde, hayatında. Direniyorsun bütün bütünlere. Herkes hiç kimsen olmak için var gücü ile çabalıyor.
Bulduğun o gözler zamanda fark etmeden imkansızlaşan gözler oluveriyor. Sevmeyi çok iyi bilsen de kimse çok iyi sevilmeyi bilmiyor. Kimse sanki çok sevilmek istemiyor. Sevmek kolay, çok sevmek asıl olan, çok sevmeyi kimse beceremiyor. Çok sevenleri hiç kimse sevemiyor.
Keşkeler yanaştığında kıyılarıma, yıldızlardan süslüyorum karanlıklarını alemin. Anlamak merdivenine attığım adım ile anlıyorum anlamayı. Keşkelerimi öldürüyorum bir bir, defalarca arsızlık yapsalar da. Gidenler yazıdan, kalanlar yazıdan. Sevdikçe kalanlardan çok sevdikçe gidenlere dönüşüyor herkes. Çok seveceklerin kalbine düşüyor. Anlıyorsun anlamayı ve yavaş yavaş sevilmemeyi öğreniyorsun zamanla hak etmeden…
Bende unutup gittim kendimi kendimden.
Hepsi bu…
Yaşar Hakan YEĞİN