Belki artık zamanı gelmiştir, boş hayal, kuruntu, ütopya diye ötelediğimiz en insanî, en içten dileklerimizin gerçekleşme kapasitelerini sorgulamanın…
Belki ufuklara hülya dolu bakışların ötesinde yeni dünyalar, yeni koşullar, yeni fırsatlar oluşturma heyecanıyla bakmanın zamanı gelmiştir…
Doğu-batı, kadın-erkek, genç-yaşlı, modern-geleneksel gibi tüm ikili ayrımları aşarak, sadece insan paydasında buluşup, herkes ve hatta her bir kişi için en iyisini aramanın şafağı sökmektedir artık…
“Şöyle olsa ne olur?” “Ya böyle olsaydı?” sorularını küflenmeleri için kaldırdığımız bilinmezlik çekmecelerinden çıkarıp, geçiştirdiğimiz sorgulamalarla yüzleşmenin kaçınılmaz yükümlülüğü çökmüştür üzerimize…
“Dünya barışı” “İnsanlığın refahı” “Herkese özgürlük” sloganlarının ötesinde ayağı yere basan ve hatta bastığı yerdeki taşı, tümseği, dikeni, çukuru hisseden bir duruşu takınmak zaruridir çağımızda…
“Kimse kimseyi incitmeyince” isimli hayal bulutunu aşama aşama somutlaştırarak, küçük çocukların tebessümlerinden, yaşlıların hayat yorgunu gözlerine; işçilerin emek savaşçısı ellerinden, şairlerin coşkulu dillerine dek her yere sindirmemiz gerekmektedir…
Bedduaların en ağırının “Tırnağı taşa değmeyesiceler” olduğu, en büyük ötekileştirmenin “en az bizim kadar haklı olması muhtemel olanlar” sıfatıyla yapıldığı, en kızgın anlarda nefret ve cinnet sarmalının değil, küskün ve hassas kırılmalar sancısının hissedildiği, mesut bir dünya için her birimizin kendi gücünce de olsa sorumluluk aldığı bir dünyanın temellerini atmanın vakti gelmiştir…
Umarım siz de benle aynı ruh çırpınışlarına heveslenirsiniz…
Kimse kimseyi incitmeyince…