
Hayat sürprizlerle dolu değildir, hayatın kendisi başlı başına bir sürprizdir çoğumuz için… Sonsuz ihtimaller ormanının, öngörülemezlik patikalarında çiçekli bucakların peşindeyken dikenli dumurlara uğrarız kimi zaman… Kapkaralardan bembeyazlara uzanan engin yaşanmışlıklar skalasında kendi rengimizi bulup hayat sepetimizi onla doldurnaya çalışırız hezeyanlara kapılmadan…

Bazılarımız güçlüdür öyle güçlüdür ki ölüme bile gülerek yürür bazılarımız kırılgandır ve her gün biraz daha kırılıp biraz daha ölür bilinmezlikler arasında… “Ben haklıyım, sen haksızsın” kavgalarının gereksizliğini anlayıncaya kadar bitiverir ömür denen nefescik… Zamanla yaşlar alırken, zulümle yaşlar akıtmamanın hayatın özü olduğunu unuturuz… Hevesler kursakta kalsa da kimsenin ahı kimsede kalmaz düsturunu bir türlü aklımızda tutamayız…

Kimilerimizin üstüne bombalar yağar kuru ekmek ve su ile yaptığı kahvaltısında, kimimizin üstüne konfetiler… Hayat sepetleri illa ki dolar bir şeyler ile… Kimse kendi kaderini kendi yazmaz ama kadere dayanıp iradesini de satmaz yok pahasına… Mesele, kibir ve kin batağına düşürmemektir hayat sepetini… Zaten düşe kalka yürüdüğümüz hayat yollarında bizimle birlikte yıprandıkça yıpranır zaten o da… Ve iki dünyanın birinde muhakkak kalırız, kırık sepet dolusu yaşanmışlıklarla…