Kitap Değerlendirmesi: 1984
Öncelikle belirtmem gerekir ki, Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan 45 çocuk için “Bu olayın bir kez rastlanmış olması, kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” diyerek suçu tam anlamıyla kabul eden Aile Bakanı Ramazanoğlu istifa etsin diyorsanız (açıklamanın videosunu izlemek için tıklayın), her geçen gün kaosa sürüklenen Türkiye’nin baş sorumlusunu yaklaşık 14 yıldır yönetimi tek başına elinde tutan hükümet olarak görüyorsanız, milyonları aç gezen bir toplumun liderinin 1000 odalı bir sarayda lüks içinde yaşamasına tepki gösteriyorsanız, -baştan söyleyeyim- bu kitabı okumuş olmak size pek bir şey katmayacak. Siz zaten George Orwell’in 1984 isimli romanındaki Winston Smith karakteri olarak yaşamaya devam ediyorsunuz. Şayet aksi durum cürmü meşhut ise zaten sizin için yapabileceğimiz pek bir şey yok veya George Orwell gerçekten de haklı. Kendisi sizin için şöyle diyor:
“Bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar; ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler.”
1984’te, olası felaket senaryoları sonucu yaratılmış bir dünyada yaşamaya devam etmek zorunda kalan Winston Smith’in hikayesi okuyucuya aktarılıyor. Totaliter üç ülkeye bölünmüş dünyada, Big Brother (Büyük Birader) adındaki hükümet üstü bir gücün vatandaşları nasıl takibe aldığına ve kişisel özgürlük adına hiçbir şeyin bırakılmadığı baskıcı bir rejimde insanlara edilen zulme şahit olacaksınız.
Hindistan doğumlu İngiliz yazarın 1949 yılında yayımlanan çalışması teknolojik öngörüler konusunda da oldukça başarılı. Örneğin, kitabın neredeyse her bölümünde teleekran adı verilen cihazlardan bahsediliyor ve teleekranların yeri geldiğinde hem izleyici hem de yayın verme yeteneğine sahip olduğundan bahsediliyor. Bu yaklaşım, günümüz akıllı telefonlarını hatırlatır cinsten. Ek olarak, Edward Snowden tarafından deşifre edilen NSA’nın iPhone ve benzeri cihazları kişilik haklarını hiçe sayarak takibe aldığı söyleniyor. George Orwell’in kitaptaki diğer teknolojik ve politik öngörülerine hayranlık duymamak elde değil.
Gelelim 1984’ün ülkemizdeki günümüz politik koşullarına tuttuğu yansımalara… İçtenlikle söylüyorum ki, Erdoğan’ın danışmanı olan kişiler 1984’ü tüm ayrıntılarıyla analiz etmiş olmalılar. Yaşadıklarımızın başka bir açıklaması olamaz. Her şey ama her şey birbiriyle örtüşüyor. Eserde, Big Brother’ın geliştirmekte olduğu yeni söylemden bahsediliyor. İktidarı elinde tutan parti sürekli yeni kelimeler üretiyor ve toplumu bu sözleri kullanmaya zorluyor. Hatırlarsanız son 3 yıl içinde AKP politikaları sayesinde dilimize birçok yeni söylem getirildi: Yeni Türkiye, havuz medyası, paralel yapı, gezici, çapulcu, paralelci, mandacı zihniyet, yandaş medya, CeHaPe zihniyeti, …
Türkiye’de aklı biraz başında olan herkes Erdoğan’ın henüz birkaç yıl öncesine kadar Fettullah Gülen ile dost olduğunu iyi bilir. Hatta, Erdoğan’ın iktidara gelmesinde yararlı olduğunu açıkça söyleyebilir. 1984’te de benzer bir durumla karşı karşıyayız. Goldstein isimli karakter akıllara hemen Gülen’i getiriyor.
“Goldstein bir dönek ve sapkındı; çok eskiden Parti’nin önde gelenlerinden biri, dahası Büyük Birader’le nerdeyse aynı aşamada olmasına karşın, sonradan karşıdevrimci etkinliklere kalkışmış, idam cezasına çarptırılmış, ama her nasılsa kaçıp kurtularak ortadan kaybolmuştu… Goldstein baş haindi, Parti’nin saflığını bozan ilk kişiydi (Fettullah Gülen > Bülent Arınç > Abdullah Gül?). Daha sonra Parti’ye karşı işlenen tüm suçlar, tüm ihanetler, baltalama eylemleri, sapkınlıklar doğrudan doğruya onun öğretisinden kaynaklanmıştı. Goldstein her neredeyse hâlâ hayattaydı ve fesat karıştırmayı sürdürüyordu; belki de denizaşırı bir ülkede (ABD?) yabancı ağababalarının (CIA?) koruması altındaydı… Goldstein, gözle görülmeyen koca bir ordunun (Fuat Avni?) komutanı, kendilerini devleti yıkmaya adamış bozgunculardan oluşan bir yeraltı örgütünün (Cemaat?) başıydı.”
Bir diğer gariplik ise 1984’te sürekli geçmişin siliniyor olmasıydı. Partiyi yöneten kişiler sürekli kendilerine yeni bir
düşman belirleyip, eski düşmanlarla dost oluyorlardı. Bu yüzden siyasi tutarlılığın devamı için geçmişe ait haberler ve de arşivler değiştirilmeli veya silinmeliydi. Son birkaç yıl içinde benzer duruma AKP siyasetinde biz de şahit olduk. Türkiye Mavi Marmara krizi sebebiyle İsrail’e düşman oldu. Ukrayna’daki karışıklık sebebiyle Rusya ile dost oldu. Müslüman Kardeşler iktidara gelince Mısır’la dost oldu. Oslo’da PKK ile ateşkes imzalandı, Türk milliyetçiliği hiçe sayıldı. Devamında ise, Müslüman Kardeşler Arap Baharı’yla birlikte yok olunca Mısır’la restleştik. Rus uçağını düşürünce Rusya ile düşman, İsrail ile tekrar dost olduk. Aynı zamanda, PKK ile tekrar düşman olduk. Tüm bu tutarsızlıkların içinde düşmanlarımız ve dostlarımız hakkında geçmişte çıkmış olan karalayıcı veya yüceltici haberlerin var olması kabul edilemezdi. Zaman Gazetesi’ne kayyum atandı; haber sitesi bir gecede değiştirilip halka açık tüm veriler yok edildi. Radikal Gazetesi bugün itibariyle belleklerden silindi. Hilal Kaplan benzeri iktidar yanlısı kimseler geçmişte ayrılıkçı Kürt hareketini öven ve milliyetçiliği yerden yere vuran twitter paylaşımlarını sildi (Bkz. Hilal Kaplan üç gündür bu paylaşımları silmekle meşgul) Büyük ihtimalle, önümüzdeki günlerde de daha düne kadar savunulan Rıza Sarraf suçlu bir hain olarak anılacak.
1984 ile günümüz Türkiye’si arasında daha onlarca örneğe işaret etmek mümkün. Değerlendirmeyi bu şekilde uzatmak siz değerli okuyucunun kitaba duyacağı ilgiyi azaltmaktan başka bir işe yaramaz. Sonuç olarak, Kafka’nın sözünü bir kez daha hatırlamakta fayda var: “Bir kitap, içimizdeki donmuş denize inen balta gibi olmalı.” Yani, inandığınız olgular bir kitabı okuduktan sarsılmalı. Eğer okuduğunuz kitap bunu sağlayamıyorsa, sizin için zaman kaybından başka bir şey değildir. 1984, ustalıkla yazılmış, George Orwell’e hayranlık duymanızı sağlayacak müthiş bir kitap. Ama bu eser, ülkede yaşanan ilk terör saldırısından sonraki gün iki bakanı birden istifasını sunan Belçikalı bir genç için müthiş değişimler yaratacak bir kitap. Senin benim gibi 1984’ü ve Big Brother’ı nereye kaçarsa kaçsın hissetmeye devam edenler için pek bir şey ifade etmeyen bir eser olarak kalmaya devam edecek. Ta ki, bilinçlenesiye kadar.
Sercan Leylek / OSLO
İletişim: facebook.com/PiriReisVeNostradamus