İstediğiniz kadar kızın, köpürün… Ama Şeker Portakalı çocuklar için tavsiye ömrünü çoktan tamamlamış vasat bir kitap. Hak ettiğinden fazla değer görmüş bir klasiği alıp okuduğumda, aldatılmış hissine kapılıyorum ve ne yazık ki, Şeker Portakalı bu kötü hissi bana bir kez daha tattırdı.
Şeker Portakalı, Brezilyalı Yazar José Mauro de Vasconcelos’un yoksulluk içinde geçirdiği çocukluk yıllarını konu alıyor. Öyle ki, Vasconcelos bu hikayesinde yarattığı karakterlere gerçek hayatından birçok ayrıntıyı bire bir işlemiş. Doğum tarihi, soyadı, ailesindeki kişilerin isimleri, karakterin yaşadığı mahalle ve diğer birçok benzer ayrıntı kitabın aslında bir tür fantastik biyografi olarak karşımıza çıkmasına sebep oluyor.
Kurgusal hikayelerde olayların rastlantı eseri oluşmasından kaçınılmalıdır.
İster film senaryosu, ister roman yazın; ortaya koyduğunuz eserde kurgusal bir hikayenin iskeletini çıkarıyorsanız, rastlantısal olay örgüsünden kaçınmanız gerekir. Kurgu işinin altın kurallarından biri güçlü devinimler oluşturabilmektir. 5N 1K, yani ne, nasıl, ne zaman, nerede, neden ve kim soruları olayların oluşumunda net gözlenmelidir. Karakterin hareketlerinde neden sorusu açıkça ortaya konamıyorsa ve bu durum hikayede epey sık gerçekleşiyorsa, o öykünün mantık zincirinde kopukluklar var demektir. Şeker Portakalı, ana kahramanın hayatına dahil olan ve anlaşılmaz şekilde girip çıkan yardımcı karakterler yüzünden bu izlenimi sergiliyor.
Babasına sigara satın alan bir çocuk, günümüzde tavsiye edilecek bir çocuk kitabının kahramanı olamaz.
1920’lerden 90’ların ortasına kadar bu eylem şirin görünebilirdi, ama artık değil. Kitabın ana karakteri küçük Zezé, üzdüğü babasının gönlünü almak için tüm gün çalışıp ona bir paket lüks sigara alır. Üstelik bu olay, kitabın en vurucu bölümlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Çocuk kitapları, çocukların bilinçaltında büyük bir etki yaratır ve sevimli olarak kanıksatılan bazı sakıncalı jestler nesillerin yanlış bir şekilde etkilenmesine sebep olur. Bu yüzden, Şeker Portakalı 16 yaşın altındaki hiçbir çocuğa önerebileceğim bir kitap değil. Dahası ana karakterimiz Zezé neredeyse her bölümde dayak yiyor. Zezé, monologlarında sıklıkla “Bu dayağı haketmiştim, dayak yemeden duramıyorum, babamı öldürmek istiyorum.” minvalindeki sözleriyle dayak yemeyi ve nefreti bir çocuğun gözünde normalleştiriyor. Toplumsal araştırmalar, çocukluğunda istismara uğramış bireylerin yetişkinlik döneminde aynı nefreti çocuklarına veya küçüklere aktardığını ortaya koyuyor. Öyleyse, neden Şeker Portakalı’nı hâlâ saçma sözlerle yüceltip, nesiller arasındaki suistimal zincirini perçinliyoruz? Sadece zamanında belli başlı otoriteler tarafından klasikler arasında gösterildiği için mi?
Bitmek bilmeyen ucuz acındırmalar ve tekrarlanan sözler
Henüz kitabın 30. Sayfasına gelmemiştim ki, José Mauro de Vasconcelos’in bana nasıl da çağdaşı Kemalettin Tuğcu’yu anımsattığını farkettim. Bu oldukça doğaldı, çünkü her ikisi de dönemlerinin eğilimlerini takip ediyorlardı. 20. yy çocuk kitabı demek, çoğunlukla drama ve bitmek bilmeyen acılar demekti, çünkü insanlar cezalandırmayı daha başarılı bir eğitim aracı olarak görüyorlardı. Kibritçi Kız gibi hüzünlü hikayeleri okuyan çocuklar sahip olduklarına bakıp aslında ne kadar şanslı olduklarını düşüneceklerdi. Düşünce yapısı yazarlara bu tavrı şart koşuyordu. Üstelik, Zezé’nin hiçbir bölümde tekrarlamaktan vazgeçmediği içindeki küçük şeytan ve küçük İsa’ya yakarışları okuyucuyu boğuyor.
Peki, neydi Şeker Portakalı’nı zamanında zirveye taşıyan?
Ne Avrupa’ya, ne de Birleşik Devletler’e hiç gitmemiş olsanız bile, filmlerden ve diğer kültürel yapımlardan Batılıların noel bayramına nasıl da gönülden bağlı olduğunu mutlaka bilirsiniz. Örneğin son birkaç yılda noel öyle abartıldı ki, daha Ekim ayında Batılı ülkelerin süpermarketlerinde ve mağazalarında noel kurabiyelerine ve süslemelerine rastlar olduk. İşte Şeker Portakalı tam da yolun başında, noel kutlamalarının batılı ülkelerin nazarında iyice endüstrileştiği yıllarda basılmış bir eser (1968). Kitabın ilk bölümlerinde korkunç bir fakirlik içerisinde noel arefesini kutlayamayan bir ailenin kederli masasına ortak oluyoruz. Hikayede aktarılan güçlü acındırma duygusu her noelde katlanarak hatırlanmak istedi ve de öykünün başarısına destek oldu. Bunun yanında, Vasconcelos’un kusursuz anlatımını da görmezden gelemeyiz. Yazarın başarılı dili, kitabın yükselmesindeki yorulmaz motoru olarak vazifesini gördü.
Tüm bu incelemelerin ışığında Şeker Portakalı’na 3 puandan fazlasını vermeye gönlüm razı olmuyor.
Sercan Leylek / OSLO
İletişim: facebook.com/PiriReisVeNostradamus