Ne çok klişe barındırıyoruz hiç düşündünüz mü? Orada, şurada ve burada hep bizimle beraber bu ‘arkadaşlar.’ Ne gariptir ki, her yerde görmemize rağmen hiç de sıkılmıyoruz bunlardan.
Topyekün karşısında değilim kişelerin fakat çoğunun karşısındayım. Bunun bir sebebi var elbet. Sebep şu ki, çoğu klişenin düşünsel bir alt yapısı yok yani mantıklı bir cevabı yok. Mesela benim aklıma ilk gelen ve daha geldiği ilk günden bu yana da çıkmayan bir tanesini paylaşayım hemen. ”Çok okuyan mı bilir çok gezen mi?” Sorardım küçükken kendime ve hangisinin doğru olduğunu bulmaya çalışırdım. Halbuki, hem biri hem diğeri hem de ikisi birden öğretmez mi? Çok gezen ama okumayana ‘bilmiyor’ diyebilir miyiz? Ya da çok okuyan ama gezmeyene yine ‘bilmiyor’ demek ne kadar makul gelir? Dolayısıyla düşünsel bir cevabı olmamasına rağmen, her zaman karşımıza çıkan klişe bir klişedir bu soru ve cevabı. Biraz daha irdelemek isterim bu okuyanla gezenin halini.
Başta söylemek isterim ki, her kitabın her sayfası bir kültür gezisi izlenimi uyandırmıştır bende. Bazen bir sayfada dünyanın öbür ucuna giderim bazense oturduğum evin hemen altındaki esnaf lokantasında oturuyorumdur. Hani öyle ki gezidir bana kalırsa her kitap sayfası. Öğretir yani insana.
Gezme açısından baktığımda da kitap sayfalarının hışırtı sesleri gelir kulağıma. Bir sahil kasabasındaysam orayı cümlelerle dökerim boş sayfalara. Ya da mesela karlarla kaplı bir kış tatilindeysem, sayfalarda erir o güzelim beyaz karlar.
Bu klişeye bakış açım budur dile getirebildiğim kadarıyla. Hem okuyan bilir hem gezen; hem okuayarak gezen bilir hem gezerek okuyan. Hem sadece okuyan bilir hem de sadece gezen. Kalıp cevaplardan sıyrılıp her şekilde öğrenebileceğimizi kavarayabilip, rahat bir şekilde bilginin ve kültürün peşinden koşmaya çalışmalıyız. İster okuyarak ister gezerek hiç ama hiç fark etmez.