Güneş
ufka değdikten tam üç buçuk dakika sonra batıyor.
Saydım.
Odamdan gördüğüm kadarıyla,
güneş mezarlığa batıyor.
Pazar mezarlığın arkasında kalıyor.
Şimdi pazarla mezarlığı boş verin,
hayatımda hiç görmediğim
ve görmeyeceğim insan kalabalığı,
laf kalabalığı,
ceset kalabalığı…
Öyle tüyleriniz ürpermesin hemen,
canlı olsa da insanın bedenine ceset deniyor literatürde.
Ceset olmak korkuttu mu yoksa öyle okuyunca…
Tabi,
olur öyle,
sonuçta ölmeyecekmiş gibi hissediyorsun değil mi,
aksini iddia etme,
yoksa öleceğini söylediğimde bana sataşmazdın,
yahut şakaya vurmazdın hemen,
basit şeyler,
gözlemler işte…
Güzel bir kadın sesi eşlik ediyor bu yazdıklarıma,
sanki yanımdaymışçasına,
fakat olmadığını biliyorum,
hayâl değil gerçek…
Öyle işte,
kaç kadınla hayalden yattığımı söylemeyeceğim,
yahut kaç adamla,
sana ne…
Hepsi hepsi,
şarkılar,
kitaplar işte,
bir de olmayan insanlar,
hayatım…
Geçen saatlerin birinde fark ettim,
teşhisle alakalı dersleri görmüştüm geçen yıl,
bu durumuma depresyon deniyor.
Evet,
fakat, daha iyileştirme yöntemlerini göstermediler,
önümüzdeki dönem sanırım…
Önümüzdeki döneme kadar,
yalnızlıktan, sıkıntıdan ölmezsem tabi,
daha da beteri
ya ciddi ciddi bir kazada yahut bir başka sebepten ölürsem,
daha da beter işte,
sıkıntıdan ölmekten yahut yalnızlıktan.
İçimden gelenler,
yazdıklarım, söylediklerim filan,
dışımdan değil,
dışımdan olsa şaşardım,
içimden işte,
varsa yoksa içimden,
allahın belası içimden,
içimden,
içince de değil,
vaktinde çok içmişliğimden
yahut içmişçesine içerlemişliğimden,
bütün bu saçmalıklar işte hep içimden gelenler…
Diyor ki içerdeki bir arkadaş,
çık dışarı,
git şu sefil şehrin dağınık bi tepesine,
bak,
çay iç,
bak,
bak,
düşün,
ne düşüneceksen,
yok
vazgeçtim, düşünme,
bak sadece,
sonra belki bi çay daha,
ya da kalk git evelden gittiğin bi kafeye,
şu her merkeze gittiğinde uğradığına mı,
yok, o en son durak,
samimi muhabbet ihtimâli var sonuçta,
ama evelinde kendimle muhabbet edebileceğim bir yer olmalı,
şunca yıldır sıkılmadın mı kendimden,
sıkıldım tabi,
odamda dayanamıyorum,
bari duymamak için içimden konuştuklarımı
açık bir mekana gideyim diyorum işte!..
Bir diğeri atlıyor lafa,
gitme be,
gitme kal şurada,
yat yatağa
geber sabaha kadar,
sabah nasılsa geçer,
annen gelir, baban laf atar,
yaşarsın işte,
uyu.
Bi başkası burada karışıyor lafa,
yok
müzik olmalı,
uyuyakalırken dahi müzik olmalı,
müzik yapmalı yahut
en kötü ihtimalle dinlemeli,
müzik olmalı
bak şu geçen dinlemediğin şarkı vardı hani,
güzel bi kadının şarkısı,
bildin mi,
bilemedin mi,
tüh,
neydi ki…
Neyse neydi demiyor içimdekiler,
düşünmeye koyuluyorlar şarkının adını,
zaman geçiyor öyle,
yaşamış sayıyorum ben de kendimi.
Halbuki kolay mı öyle?
Kolay demek ki…
Bak,
öyle de geçiyor böyle de,
ölmek geliyor,
kanlı canlı,
beni kansız cansız kılmaya,
bir söz hakkım yok,
halbuki kolay mı öyle?
Kolay demek ki…