Sevgisi küçümsenmeyecek kadar büyük, gözümde büyütemeyeceğim kadar küçüktü. Ve onun gözünden baktığımda sevgiler… Neden onunlayım, bilmiyorum. Beni cezbeden, diğer insanlardan farklı olduğunu düşündüğüm şeyler, aklıma gelen bir kaç basit mazeretten bir kaçıydı. Güçsüz, işe yaramayan… Konuşurken kelimelerin varlığını unuturdum. Nereye gittiği belli olamayan muhabbetin sonu suskunluğa bağlanırdı. Hep bitmeye mahkûm…
Terk etmenin verdiği tarifsiz acıyı hiç yaşadın mı?
Gittin.
Dudağıma, çocuksu susuzluğumla asla doyamadığım öpücüklerinden birini kondurup gitmiştin. N’olur öyle bakma bana, dedin en son… Daha bir kaç dakika önce, gözlerimde varlığınla alevlenen yaşam sevincinin yerine, boyun eğmiş, donuk ve daha şimdiden hasretinle kavrulmuş bir karanlığı bırakıp gittin.
Tükendi zamanın.
Yüreğimdeki karar saatini, o göz açıp kapayıncaya kadar geçen “sen” den, sanki asırlarca tükenmek bilmeyen “sensizliğe” tersyüz ederek gittin içimde, yokluğunla zayıflamış, kalbi kapkara kalmış aşk çocuğumu sevgiyle emzirme sarhoşluğuyla delirdiğim şu üç saatin içindeki yüzlerce “an” ı “anı” ya dönüştürerek… Öne gözlerim öksüz kaldı yokluğunda. Sonra, nefesinin o buğulu sıcaklığından mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarları…
Mevsimsiz Sohbet