Ben, topraktan geldim. Çürümüş bir beden, ağaç kökleriyle sarmaş dolaş. Bir solucan yavaşlığında. Köstebek yuvasında bir tohum, toprakla haşır neşir. İnzivada kırk gün kırk gece. Az yedim az uyudum. Güneş yüzüne hasret. Yavaş yavaş yükseldim gökyüzüne. Bir damla oldum şimdi. Simsiyah bulutlara daldım; kayboldum kendimde. Ağır aksak gittim; rüzgar nereye ben oraya. Okyanuslar geçtim, dağlar aştım, dere tepe düz gittim. “Tamam” dedi bir ses “Git şimdi”. Gözlerim kapalı, bıraktım kendimi. Bir el yakaladı kendinden emin. Sonrası bir şefkat dalgası. Sevgi bu dedim. Sımsıkı sardı. Bağrından ayrılmadım. Nefesim, nefesinde sesi kulağımda, sevgisi içimde. Gece oldu, ay çıktı, yıldızlar ağladı vuslat oldu o uyumadı. Yaz oldu, kış oldu, kar düştü, soğuk esti o üşümedi. Moda oldu, eskidi, giyen giydi, giymeyenin bahtı kara; o üzülmedi. Bir çöp, bir lokma, bir hırka, iki çul bir minder “evim saray” dedi. “Sevgi” dedi, “Emek” dedi, karşılıksız hep verdi, almadı, veren el alan elden üstün dedi, çok sevdi. Dost oldu, ser verdi sır vermedi. Aşk acısıyla yanarken yüreğime su serpti, el verdi, omuz verdi, derledi, topladı, adam etti. Dem bu dem. Geldi artık gitme vakti. Yine toprağa dönüyorum. Aşinayım buralara, yabancılık çekmiyorum. Önüm arkam sağım solum sonsuzluk. Lakin aklım ellerde. Merakımı mazur görün kimdi diyorum. “Sus” diyorlar “Etme cahillik”. “İstiyorsan cevabı bulmak o ayakların altına bak”….