Kuru bir bozkır gibiydi yüreğim; toz, topraktan ibaretti yeryüzüm.
Soluk bir griydi hep gökyüzüm, ne çıkan güneşin ışıkları ısıtmaya yeterdi kurak topraklarımı ne de hırçın bulutlar ağlardı üzerine.
Onlar bile umursamazdı, gerek görmezdi; ruhumun boşvermişliği sinerdi üzerlerine.
Değer verdiğim bir kaç köklü ağaçtan başkası yoktu, toprağı ayakta tutan. Hep sert bir rüzgar eserdi, önce saçlarını okşayacak sanırdın; sonra çakıl taşlarıyla, tozla, toprakla hırpalardı seni, hepsini ipeksi tutamların arasından ayıklamak zorunda kalırdın.
Ebedi bir aynılık, grilik, hep aynı rüzgar, aynı gri gökyüzü, aynı bozkırlara inşa edilmiş gri labirentler vardı, renk adına bir girişim yoktu.
Yüreğimin insanları hep bir kovalamaca peşinde, hep bir aceleci, asık suratlı, asabi ve memnuniyetsizdiler.
Tüm şehrin karmaşasını yüksek, göz alıcı gökdelenlerin pahalı pencereleri ardından gözü yaşlı, ilgiye, sevgiye ama en çok sevmeye aç, kısa saçlı, minik bir kız çocuğu izliyordu sıkılarak.
Çoğu zaman gözlerindeki yaşları, kulaklarının hemen altına gelen simsiyah saçlarının ardına saklardı.
Bahar yoktu bende, sonbahar, yaz, kış, yeşil, turuncu, mavi ve beyaz yoktu. Ağlamak yoktu, ki belli bir zamana kadar beni en çok rahatlatan şeydi. Kuşların şarkıları eski, sessiz sedasız televizyonlar gibi sadece görüntüden ibaretti.
İçimdeki o kız çocuğu, çocuk yanım, bir gün kuş sesleriyle uyandı bir sabaha.
Heyecanla çarptı ufacık yüreği, afalladı, alışkın değildi ki.
Koşarak pencereden baktığında gözlerine inanamadı: Kuşlar cıvıldıyordu, kuşlar cıvıldıyordu ve seslerini işitebiliyordu!
Gri şehrin üzerine sarı ve turuncu renklerin dans ettiği koca bir alev topu doğmuştu, sıcacıktı, gerçekti.
Kız mutluydu, hevesliydi, çocuk kalbi derin bir huzurla dövüyordu göğüs kafesini.
Denizler maviydi artık, ağaçlar bazen yeşil, bazen turuncu ve gökyüzü uçsuz bucaksız bir mavilikti.
Binaların gri labirentinin bile tonları vardı, her tuğlayı birbirinden ayıran detayları.
Sonra insanlar selamlaşıyordu artık, küçük kızı gördüklerinde başını okşayıp ona şeker bile veriyorlardı mesela.
Sürekli koşmuyorlardı, sokaklarda ağlayan da vardı kahkahalarla gülen de, aynı değildi kimse, farklıydı, gökyüzünden yağan karlar kadar narin, bir mücevher kadar değerli.
Farklıydı herkes ve her şey, çok güzeldi.
Bazen neşeli, bazen hüzünlü, ama yaşadığını hissetti küçük kız, bu her şeye bedeldi.
Yaşadığımı hissettim,
Bu her şeye bedeldi.
Kısa bir, an kısacık bir an,
Sahte değildi gülüşlerim,
Gözlerimden yuvarlandı yaşlarım,
Derin bir hasretle sızladı burnumun direği,
Çocuksu bir heyecanla çırpındı yüreğim bir kuş gibi,
Kuş demişken,
Kuşları vardı yüreğimin,
Rengarenk,
Yüreğimin şehirlerinin elektrik tellerine konan,
Baharı müjdeleyen,
Kuşları vardı yüreğimin,
En güzel şarkıları şakıyan,
Sesleri yok şimdi.
Renkleri de soldu.
Beyaza çaldı,
Sisten ayırt edilmez oldu,
Gökyüzüme aklar düştü,
Saçlarıma aklar düştü,
Kuşları vardı yüreğimin,
Kanadı kırık, sesleri kesik, bakışları donuk şimdi.
Bir zamanlar kuşları vardı yüreğimin.