Ağlıyorum hala; gidişine değil, zaten hiç gelmedin ki bana…
Sürekli uzaklardaydın. Ben seni uzaklardan sevdim de, sen bir defa yakınıma gelemedin. Kolaydı yakınında olmasam da bir yerlerden seyretmek seni. Gülüşünü izlemek, gözlerin başka yöndeyken güzel yüzüne bakmak, kalem tutuşunu, kafanı koyup uyuyuşunu izlemek… Mutlu ediyordu beni nadir bakışların, içimde bir yerlerde yangınlar çıkmasına sebep oluyordu gülüşün.
Ne zaman ki adını duydum başkasının dilinden, elimden alındı küçük mutluluklarım. Ne zaman ki başka gözler değdi bedenine; ruhum çıktı vücudumdan. Gelmemene rağmen gidişlerin gibi beni hiç bulamamış olan ruhum da terk etti bedenimi.
İnsan aşık olduğunda kalbi çarpar, gözlerinin ışıltısı artar diye bildim ben hep. Oysa seni hayatıma aldıktan sonra hiçbir şey tahmin ettiğim gibi olmadı. Diğer insanların aksine hislerim terk etti yüreğimi. Oysa yoğunlaşmaları gerekirdi duygularımın, yok olmaları değil.
Sen gözlerimin görüş alanına girdin gireli; her karşıma çıkışında kalbimin varlığını unuttum. Güzelliğini hissettikçe kendi çirkinliğimi düşünüp gözlerimin ışıltısını yok ettim. İçten değil de histerik kahkahalar atar oldum; gülümsemeye bile zorlandığım anlar oldu.
Var oluşunu aklıma getirip içten içe yok ediyorum kendimi hayatımın her dakikasında. Gülüşün kalbimi ısıtıyor. Fakat kalbim çoktan buzlaştığı için günden güne sıcaklığından eriyor.
Anlayacağın o ki; hem yaşatıp hem öldürüyorsun. Bir yandan güldürüp öte yandan ağlatıyorsun. Önce zehirleyip sonra panzehir veriyorsun.
Öyle bir belirsizliğe sokuyorsun ki beni; bildiğim şeyler de aklımdan uçuveriyor. Fakat ruhum seni tüm hissizliklerin arasında öyle hissediyor ki; bedenimi bırakıp kaçtığın labirente rağmen benden kaçıp sana sığınmaya çalışıyor.
Şikayetçi değilim inan ki. Terk ettiğin labirentte bile sırf sen bıraktın diye huzurlu hissedebiliyorum kendimi. Bunca umutsuzluk arasında tek umudum beni kurtarman.
Bekledim, bekliyorum, bekleyeceğim…