Matematik
Soğuk ve sert bir kış mevsimindeydik Ardeşen’in… Bilmem aylardan hangi aydı o rüzgar esince tir tir titreten küçücük ellerimi, 12 yaşımın tertemiz demlerinde…
Annem ve babam küçük kardeşlerimle beraber Libya’da, ben ve abim okumak için Türkiye’de dayımın yanında kaldığımız için çabuk büyümek zorundaydım. Erken tanımıştım ayrılığı belki… Belki de bu yüzdendi yıllar sonra ayrılıklara hep suskun duruşum…
Yemek yapmayı ağabeyimden öğrenmiştim. Suyun icine pirinci koyup kaynatınca pilav oluyormuş.Bir de yağını unutmamalıymışım. Bunları yapıyordum ama benim pilavlarım bir türlü anneminkilere benzemiyordu. Her pilav yapışımda annemi özlüyordum!
Okula gitmek için uyandığım sabahlar neden hep üşüyordum? Annem yatağımın altına elektrikli battaniye koymuştu oysa gitmeden.
– “Uyurken kapatmayı unutma, yoksa çarpılırsın kızım.”
demişti sıkı sıkı tembihleyerek. Ama ben onu kapatınca üşüyordum. Her yatağa girişimde annemin kucağını özlüyordum!
Apar topar hazırlanırken derse geç kalıp Ali öğretmenden azar işitmemek için, günlerdir yıkanmamış olan yakalığımı değiştirmeyi unutuyordum. Zaten değişsem de pek farkedilmiyordu yıkamayı beceremediğim için… O zamanlar arkadaşlarımın dantelli yakalıkları bembeyazken, benimkilerin neden hep sararmış olduğunu düşünüp utanıyordum.
Yine bu soğuk günlerden bir gün, çizmelerime dolan kar suyuyla üşüyen parmaklarımı hissetmeden, koşarak atmıştım kendimi sınıfa… Bereket, kaloriferler çok sıcaktı, dokunamıyorduk. Küçücük gövdemle üzerine oturup kurutuyordum çamurla ıslanan önlüğümün eteğini… Sonra birden canım yanınca sıçrıyordum kaloriferin üstünden. Ögretmen sınıfa girene kadar sıcacık oluyordu eldivensiz, karda titreyen ellerim..
Birgün bir arkadaşım elini ağzına kapayıp gözlerini açarak:
– “Aaa eteğin yırtılmış Serap” dedi.
Ne kadar utandığımı hatırlamam hiç zor değil. Utançtan kızaran yüzümle arkadaşımın baktığı yere doğru baktım. Yaşım küçük de olsa, dayımın bana en ucuz önlüğü aldığını bildiğim için, naylon kumaştan olan âdi önlüğümün kalörferin üzerinde otururken yandığını anlamaya aklım yetiyordu. Ama bunu anlamak beni bu utançtan kurtarmıyordu. Dayıma söylesem bana kızacaktı biliyorum “Daha bu sene almıştım sana o önlüğü, niye dikkat etmedin?” diye azarlayacaktı beni.
Arkama kimseyi almamaya çalışıp, süzülerek oturmuştum öğretmen masasının önündeki ilk sırama.Sınıfın en çalışkan öğrencileri önde, tembelleri arkada otururdu o zamanlar. Sorulara en erken cevap veren öğrencilerden biri olarak her ders problemi çözmek üzere tahtaya kalktığım için, önde oturmayı en çok hak edenlerdendim. Bir de Âdem vardı, kısa boylu, çelimsiz çocuk… Benden önce soruyu çözüp parmak kaldırınca, nasıl da minik bir serçe gibi kalbim hızla çarpıp kızardı ona..!
Oysa o gün matematik dersinde Adem’in parmağından önce çözümümü bitirdiğim halde parmak kaldıramamıştım !
Öğretmen
– ” Kimler cevapladı bu soruyu?” dediğinde hergün parmağını kaldırıp:
-“Ben öğretmenim!” diyen o heyecanlı ses; tahtaya kalkınca arkasından kendisini izleyecek olan 60 küsür öğrencinin, yırtılan eteğine alaylı gözlerle bakacağını düşününce, yerini canhıraş bir hüzünle derin bir sessizliğe bırakmıştı.
Günler geçiyor, küçük kızın tahtaya kalkma sevdâsı hep aynı dramla bitiyordu. Artık Âdem rakipsiz, sınıfın bir numaralı öğrencisiydi. Okula gelmek benim için bir işkence olmaya başlamıştı âdeta. Biraz daha erken uyanıyor, herkesten önce sınıfa geliyor ve herkesten sonra okuldan çıkmaya çalışıyordum. Sırf; arkamdan yürüyenler, eteğimin ucundaki parçalanmış kısmı görüp -kimi acıyarak, kimi alaycı gülüşleriyle- oraya bakmasınlar diye… Söküğümü görmesinler diye bütün dikkatimi oraya vermekten artık derslere eskisi kadar konsantre de olamıyordum. O çok sevdiğim matematik dersi kâbusum olmuştu.Ya gözdesi olduğum ögretmenim ” Kalk tahtaya Serap!” derse diye.
Nitekim birgün korktuğum başıma geldi. O çok sevdiğim kıvırcık kızıl saçlı, sınıftakilerin gargamele benzettiği burnu alabildiğine kemerli, bir tek bana gülen matematik öğretmenim, durgunluğumdan canı tak etmişcesine, parmak kaldırmadığım halde bir hışımla:
– “Hadi bunu da sen çöz Serap” demez mi bana…?
…!!!
Ne yapacağımı şaşırmıştım ! Beynimde şimşekler çakan birkaç saniyelik tepkisizlikten sonra mahçup ve ürkek bir edayla başımı öne eğerek :
-“Ben çözemedim bu soruyu öğretmenim.” demek geldi aklıma.
O an öğretmenimin, hakkımda nasıl büyük bir hayal kırıklığına uğradığı bakışlarına yansımıştı.Keşke görmeseydim !
Kaşlarını çatarak:
-“Beni çok şaşırttın, sen çok bozulmuşsun !”
dediğinde yerin dibine geçmek için neler vermezdim..!!!
O gün matematik dersi benim için sonsuza kadar bitmişti. Artık matematik; üşümekten ısınmayı çıkarınca ezikliğe eşit olan bir işlem demekti.
Ne kaloriferler ısıtıyordu artık soğuktan titreyen küçük ellerimi, ne de elektrikli battaniyem, annemin boş bıraktığı ürkek yüreğimi…
2 comments
Anneden ayrı çocuk, çocuk değildir artık. Zordur okuma bayramında arkada kuliste bütün arkadaşların tek bir rolü için anneleri tarafından en süslü tokaların takılmasını izlemek. Zordur senin saçlarını toplayacak birinin olmaması. Herkesin proje ödevleri tam gelirken okula senin hep eksik gelmesi. Onlarınki gibi senin maketlerini yapacak bir annen yoktur çünkü…
Annesiz kalmaz çocuklar. Ya üşüyen ellerinde bulurlar onu, ya kırık dizelerinde… Ama mutlaka bulurlar.